
Bizim memlekette anlatılan meşhur bir hikayedir: Halkın meczup olarak telakki ettiği gözleri görmeyen Nuri Efendi vakit namazlarını daima camide eda edermiş. Ancak namazdan sonra biraz erken davranarak camiden çıkar cemaatin ayakkabılarını cennetlikler ve cehennemlikler diye ikiye ayırırmış.
Zamanla halk bundan fevkalade müteessir olmaya başlamış. İleri gelen bir Hocaefendiye durum arz edilince: “Fırından sıcak bir ekmek alın ve çarşıda ona verin, insanların gözü önünde ekmeği yesin” demiş. Söyleneni aynen uyguladıklarında insanı hayrete düşüren şu netice meydana gelmiş: Adam sıcacık ekmeği milletin gözü önünde yediği için cami çıkışı; “Allah Allah! Her zaman gördüğüm şeyi şimdi neden göremiyorum acaba” diye hayıflanmaya başlamış. Bunu düşünedurun…
Yine bizim memlekette önemli bir gelenek idi; fırında ekmek yapan hanımlar ekmekleri evlerine götürürken, en arkadaki ekmeği ortadan bölerek koyarlar ki bu davranış, isteyen kişinin o ekmeklerden alabileceği anlamında yapılan örnek bir paylaşım davranışıdır.
Sosyal Medyada yiyip içmeleri, tıkınmaları faş eyleyenleri görünce bunlar aklıma geliverdi bir anda. Pek çok insan yiyecek ekmek bulamazken, yemek içmek bir yana bir de bunu aleme reklam etmek sosyal medyanın (varsa) adabına mugayir yönlerinden birisi olsa gerek.
Sosyal medyayı bir amaç, hedef olarak kullanabilme durumu varken, haddi aşarak neredeyse feylule uykusu fotoğraflarını da paylaşma safdilliğini gösteren güruha ne demeli? Yediği kebapların resimlerini pür heyecan ortaya döken zat-ı şahaneler bilmezler mi ki bu yemekleri bulamayan yeryüzünde önemli bir kitle bulunmaktadır.
Bir de şu meşhur fıkrayı anlatmalıyım galiba: Adamın birisi camide namaz kılıyormuş. O esnada camiye giren birisi gayri ihtiyari “şu adam ne de güzel namaz kılıyor” diye fısıldamış. Bizim ki namazı bozarak: “Ben aynı zamanda oruç da tutuyorum” deyivermiş…
Gittiği camiyi, kıldığı namazı, ağlara düşürenler, bu fıkradan bir çıkarım yapabilirler zannımca…
Sosyal Bağımlılık…
Önceleri TV çocuklar için en büyük tehlikelerden birisi iken son zamanlarda sosyal medya neredeyse TV’ yi aratacak kadar büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Gençler zamanlarının büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçirmekte ve ne yazık ki bilgisayar artık bilim adamları tarafından “bağımlılık” kategorisinde ele alınmaktadır. “Klavyatör” diye ne idüğü belirsiz (başka bir şey mi demeliyim?) bilişim kavramları bile türemeye başladı. Gençlik elindeki telefona bakmaktan boyun fıtığı olmuş, ancak sonradan haberi olmuş…
(A)Sosyal medyaya göz attığımızda gençlerin üretmeden ve düşünmeden fotoğraf ve taklit paylaşımları ağlarda dolaştırdıkları, sloganik ifadelerin dışında paylaşımlar yap(a)madıkları gözlenmektedir. Sadece gençler mi, zannetmiyorum; geniş bir kitle taklit paylaşımlarla, “tıklanma” ların büyük revaç gördüğü bu (a)sosyal medya pazarına acayip kar ettirmektedirler.
Sosyal medyanın gençler üzerindeki etkileri geniş bir gündem olarak ele alınmalı, kurum ve kuruluşlar adeta bağımlılık haline gelmiş olan bu alan üzerinde çalışmalar yapmalıdırlar.
Zira gençler üzerinde etkili olan ve geniş bir kullanım sahası olan sosyal ağların ehlileştirilememesi, geleceğin en büyük sorunlarından birisi olarak karşımıza çıkacaktır.
Şunu söylemek gerek: Gençleri sosyal ağların derin dehlizlerine terk etmeden onlara farklı hobiler, zevkler kazandırmak başat bir tedbir olarak düşünülebilir. Bu başta anne babalar olmak üzere toplumun her kesiminin bir görevi olmalıdır.
Sosyal medya MEB’ in müfredatına da etkin bir şekilde girmelidir. Medya Okur Yazarlığı dersi genişletilerek en azından gençlerin sosyal ağları kullanım seviyesinde, sağlıklı bir öngörü dizayn edilmelidir. Bu alanı görmezden gelmek büyük bir zafiyettir.
Her geçen gün önemi ve kullanım alanı artarak devam eden Sosyal Medya ile ilgili çalışmalar yapılmalı ve bunun kullanımının da bir ahlak gerektirdiğini çocuklarımıza anlatmalıyız. Sosyal medya fütursuzca kullanılan, sınırları konulamayan başıboş bir meydan değildir.
Olmamalıdır… 22.01.2014