Okulda yöneticiliğe yeni başladığım günlerde beşinci sınıf öğretmenlerinden bir tanesi gelip, bir öğrencisinin çantasında bulunan kitap ve defterlerin, birileri tarafından makasla doğrandığını ve bunun sık sık tekrarlandığını söyledi.
Nadir görülebilecek ilginç bir haldi… Öğrenciyi dinledik (bazı izlenimler edinmekle beraber) olaydan veliyi de haberdar etmemiz gerektiğine kanaat getirdik.
Öğrencinin velisini çağırdık konuyu müzakere ettik, ancak bir sonuca ulaşamadık. Günlerce konuyu takip etmemize rağmen bir türlü suçluya ulaşamıyorduk. Hem de olay sık sık tekrar ediyordu. Her seferinde anne-baba okula geliyor, bizlere bu işi aydınlatamadığımız için sitemlerini bildiriyorlardı.
Konu rehber öğretmenimizin gündemine de geldi ancak gene de bir sonuç çıkmadı. Birileri (ki bu mutlaka bir çocuk idi) çok güzel rol yapıyor ve arkasında da herhangi bir emare bırakmadan işini icra ediyor; bizim zamanlarımızı da meşgul ediyordu.
Olayın başından beri şüphelendiğim ancak dillendirmenin doğru olmadığını düşündüğüm fakat nihayetinde başka bir yolun da kalmadığı “failin bizzat öğrencinin kendisinin olma ihtimalini” artık kesin gibi görmeye başladım ve öğrenciye daha çok yakınlaşıp adeta onunla arkadaş olmaya karar verdim.
Onu sık sık odama çağırıyor, derslerden, öğrencilerden okuldan bahsediyor, anne babanın şefkati ve merhametinden mevzular açıyordum. Fakat anormal bir şey hissetmeye başladım ki çocuk ebeveynine karşı ara ara sitemkar konuşuyor ve onların kendisine olan ilgilerini zayıf görüyordu.
Buradan bir yol açarak anne babasından neyi beklediğini sorduğumda, onların kendisini yalnız bırakmamalarını, sık sık okulda ziyaret etmelerini çok arzu ettiğini bunun nedenini ise arkadaşlarının annelerinin çok sık okula geldiği halde, kendi anne babasının böyle olmadığını ve dolayısıyla yalnızlık hissine kapıldığını ifade ederek izah etmeye çalışıyordu. Konuşurken zaman zaman duygulanıyor, hıçkırıklar boğazına düğümlenir gibi oluyor ve kelimeleri telaffuzda zorlanıyordu.
Tam bu havayı yakalamışken “Evladım bu kitap-defter doğrama işini sen mi yapıyorsun öyleyse?” deyiverdim. Beklemediği bir anda gelen bu soru onu biraz afallattı. Uçurumdan kendini bırakmış gibi içinde bulunduğu halet-i ruhiyeden kurtulmak istercesine korku ve umut arasında sualimin cevabını “evet” anlamında onaylarken, puslu gözleriyle gözlerimin derinliklerine öyle bakıyordu ki, oluşturduğum güven ortamından aldığı güçle rahatlamak istediği belliydi.
“Üzülme” dedim. Bu konuyla ilgili en ufak bir ceza, sitem ya da bir olumsuzluk yaşamayacaksın. “Yeter ki sen doğruları söyle, biz her şeye katlanırız” dedim. Ebeveyni okula davet ettim. Rehber öğretmenimizle beraber iki saate yakın konuyu müzakere ettik. Ve sonuç fevkalade olumlu bir mecraya girdi.
Anne baba çalışıyordu. Evden erken ayrılıyorlar, akşam eve geç geldikleri için evlatlarına ilgi neredeyse yok hükmündeydi. Çocuk, çantasındaki defter-kitaplarını doğradığı zaman anne baba okula geliyor, dolayısıyla yavru bundan hoşnut oluyor ve hareketi sık sık tekrar ederek anne babanın kendisi için okula gelmelerinin derin hazzını yaşıyordu.
Evet, anne babalar! Evlatlarımızı bu hale getirmeden onlarla yakından ilgilenmeliyiz. Evde onların gözlerinin içine bakarak (sıcakkanlı ve samimi anlamda) onlarla daha fazla ilgilenmeliyiz. Çocuk hiçbir şekilde kendisini yalnız hissetmemelidir. Toplum içinde onları önemsemeli, özellikle okulda ziyaret ederek, kendisine değer verdiğimizi çocuklarımıza hissettirmeliyiz. Çocuklarımız biraz önce anlatılan hikayede olduğu gibi psikolojik bir çare üretme gayretine girmeden, biz onların elinden tutmalıyız.
Unutmayalım, elinden tutmadığımız, yüzüne gülümsemediğimiz ve az bir zamanımızı esirgediğimiz minik yavrularımızın ayakta durabilmek için bizim desteğimize ihtiyaçları vardır. TV ye ayırdığımız zamanın yarısını belki çeyreğini ayırsak eminim çocuklarımız daha mutlu ve iyi olacaklardır…
14.04.2013
bizim çocuklara anlattığımızı anlamaları için onlarında bize anlattıklarını dinlememiz gerekiyor yakın ilgi ve muhabbet başarıyı getirir