ÇİÇEK ZAMANLARI
Herkese neşeli bir andan: selamlar. Öyle ya, şu zamanlar neşe dediğimiz şey, Hint kumaşlarına sarınmışçasına gizler olmuş kendini, öylesi kıymetli. O yüzden , rastlandığı yerde yakalanmalı; sonra hemen ruha zerk edilmeli, diyorum. Bir yolunu bulup dillendireyim, bu kez de buralardan selam vereyim istedim.
Sebep-i neşeme gelince, iki tane şeker mi şeker misafir ağırladım geçenlerde. Kendileri ; dört yaşlarında ki ikiz kardeşler: Öykü ile Ege. Karındaş; hatta doğumdaş oluşlarına inat, birbirlerine hiç mi hiç benzemeyen iki ayrı dünya. Bilirsiniz, bu çocuklara ait dünyanın; içerisi de bambaşkadır bizimkilerden. O yüzden, miniklerin yerleri daima rezervedir konuk listemde. Ama onlar sizi pek de kolay buyur etmiyorlar kendi dünyalarına. Öncelikle, birkaç renkli numara bilmeniz şart.
Hani, ‘şimdi ki çocuklar’ diye bir tabir var ya, almış başını gidiyor. İşte bu; şimdi ki çocukların yörüngesini yakalamakta kolay olmuyor. Baktım, agu gugu ile olacak gibi değil; o yüzden bende bu renkli numaralardan yola çıktım. Evde ne kadar süslü, püslü; cıvıltılı kalem varsa serdim önlerine. Önce biraz yoklaştılar, oynaştılar kalemlerle. Bir iki karaladılar; renklere baktılar. Bu sefer, benim için hediye bir resim yapmalarını istedim onlardan. Sonrasında o resimleri asacağıma da söz verdim ama. Sanıyorum, rengi burada yakaladık çocuklarla. Hediye, lafını duyunca çok heyecanlandılar. Bu yüce gönüllülüğe de hayran kalırsınız. Azimle başladılar hediyeleri hazırlamaya.
Uzunca bir süre, organize bir sessizlik tutturduk. İlk önce de Öykü bitirdi resmini. Anlatıyor: resimde annesiyle gezmeye giden bir kız var. Görüyorum ki, moda dergilerinden de hızını alamamış modern zamanlar; dolanırken Öykü’nün resmine de uğramışlar. Çizdiği resimde; anne-kız iki cin aliye vardı sanıyorsanız, aldanırsınız. Annesinin kolunda ki; hanımefendi kızımızın başında bir prenses tacı, elinde de bir çanta var. Bakın, çantada kukuleta detayı bile var. Derken, Ege getiriyor resmini. Kirpiklerimiz de nazlı nazlı kırpışıyor bu arada. İkimizin evini çizmiş ufaklık. İnceden de kur yapıyor galiba. Evin üstüne çizdiği çatı katını da anladık ama, sıra boyu dizilmiş pencerelerin arasından aşağı doğru uzanan çizgiler de neyin nesi , diyorum. Ah! Sordum tabi. Sormam mı ? “Su!” diye bağırınca Ege , hayretle bakmış olmalıyım. Hatırlar mısınız? Bizim resimlerimiz de, su ile özdeşleşen yegane simgemiz: yan yana üçgenler olarak çizdiğimiz o dağların önünden; resim kağıdının sonuna dek uzanan deremizdi. Ha, plaj resimleri falan yapıyor olmak içinse, nereden baksanız 4-5 senemiz vardı daha. Tripleks olarak tasarlanmış evimin pencereleri arasından neden bir su geçip de, kapının çizildiği yere kadar uzandığını da; dört yaşa uygun bir usturupla sormuş bulundum. Ah efendim! Sıcak banyo suyuymuş o. Çatımızın tepesine çizdiği; kutuplardan basık ekvatordan şişkince; enerji panellerini çok geç fark ediyorum tabi ben.
Yazının başında, resim yaptırarak çocukları nasıl oyaladığımı anlatacağımı falan zannetmiş olabilirsiniz. Ama işin aslına bakarsanız; oturup bir köşede, kendimi oyalamışım ben.
Farkında mısınız? ‘Oyalamak’ dediğimiz şey, çocuklara pek işlemediği gibi; zamanlara da işlemiyor. Hızla değişen ve dönüşen zamanlar; değiştirip, dönüştürüyor da bir yandan . Zaman ve insan biteviye harmanlanıp; ilerleye dursun, bundan en çok nasiplenen de sanırım çocuklar oluyor. Her çocuk, kendi yetiştiği iklimin havasıyla açıyor çiçeklerini.
Ben renkli televizyon kuşağının en taze zamanlarına doğmuş bir çocuğum mesela. Televizyon ciddi bir düşünce konusu olmuştu benim için. Görüntülerin nasıl oluştuğunu etraflıca irdelemiş; ve arkası kocaman tüplü o televizyonların içinde küçük adamcıklar olduğuna inandırmıştım kendimi. Sonraları bir gün, babam bir arızaya bakmak için o tüplü arka bölmeyi açtığında, renkli kablolarla karşılaştım. Sonuçtan pek tatmin olmasam da, bu kez de kabloların hareketiyle öyle renkli görüntüler çıktığına kanaat getirmiştim. Şimdilerdeyse; minicik cep ekranlardan, tüm dünyayı izleyebildiğimiz zamanlardayız. Dört yaş resimlerinde de, yukarıdan akan sıcak sular oluyor haliyle.
Zamanlar birbiri ardına sıralanmışken fark etmiyoruz, her biri başkadır aslında bir diğerinden. Çocuk ise; en esaslı ayraçtır bu devir -daim makinesinde. Nice savaşları ve barışları; hüzünleri ve neşeleri içinde taşıyan zamanlar; kendi çocuklarını da taşırlar içinde.
Neşeli bir şeyler yazmak istemiştik; yarının kaygılarından biraz olsun sıyrılalım, diye. Fena zamanları da bir süreliğine kara kumaşlara sarıp sarmalayıp; çiçekleri anlattım bende. Onlar; yarın ki iklimdir, diye. Neşeli anlar olsun herkese.
N.Derya Baran
tebrik ederim canım .Çok akıcı ve hoş ifadeler kullanarak harika bir yazı yazmışsın.