26 Nisan -1 Mayıs 2013 tarihleri arasında Portekiz’in Pico Adasındaydım. Ama ne yolculuktu. 3 uçak aktarma, 1 gemi yolculuğu ve bir araba ile 2 gün süren yolculuk sonunda nihayet otelime varabilmiştim. Otel okyanusun kıyısında yeşillikler içinde iki katlı villalardan oluşuyordu. Gece boyu dalga seslerini dinlemek, birde sadece o adada yaşayan garip bir kuşun bitmeyen ötüşüyle geceler pek bi aksiyonlu geçiyordu.
Odada internet olmayışı , Türkiye ile iletişim kurmak için devamlı restauranta gidip ordan bağlantı kurmak, ve yemeklerde şimdiye dek adını bile duymadığım çeşit çeşit deniz mahsülleri ve balık çeşitlerini görmek benim gibi vejeteryan biri için ayrı bir dertti. Ada olunca tabi bir hafta balıktan başka bir şey görmemek çok doğaldı. Deniz ürünleri sevenler içinde cennete düşmek gibi bir şey olsa gerekti orası.
Gelelim yolculuğun detaylarına, İstanbul’dan Amsterdam’a, oradan aktarma Lizbon’a. Ama şunu araya eklemeden geçemeyeceğim, Amsterdam havaalanı şimdiye dek gördüğüm havaalanları arasında en çevreci, yeşil konseptli, ve lüks kategorisindeydi. Nihayet Lizbon havaalanına ayak bastım. Akşam indiğim için gece havaalanında beklemek zorundaydım. Diğer uçak ertesi gün öğlende vardı. Fırsat bu fırsat Lizbon gecelerine akıyım dedim. Bi metro, bi tramway, hop şehir merkezindeyim. Lizbon dünya üzerinde İstanbul’a en çok benzeyen şehir.
Bazı sokaklarında dolaşırken sanki Beyoğlunda dolaşıyormuş hissine kapılabilirsiniz. O daracık sokaklarını tramwayla dolaşıken, elimi uzatsam evlerin kapılarına vurup kaçabilecekmiş kadar yakın hissettim. İnsanlar tramwayın geçmesini bekleyip, sonra yollarına devam edebiliyorlardı. Keşke İstanbulda’da her sokağa tramwayla ulaşım olabilseydi diye iç geçirmedim değil. Metroda şehrin altını örümcek ağı gibi sarmış, çok rahatlıktı.
Deniz kıyısındaki meşhur denizcilerin Lizbon’a ayak bastıkları günü simgeleyen yarım gemi şeklindeki anıtı görmeden olmazdı. Hatta biraz uğraşla tepesine kadar çıkma cesaretini de gösteren benden başka çılgın yoktu o saatte. Tam meydanda yerde kocaman bir dünya haritası vardı. Gözüm hemen Türkiye’yi aradı buldu tabi. Velhasılı kelam Lizbon’uda mutlaka görülmesi gereken yerler listenize ekleyin.
Gece havaalanına döndüm, sert bankın üzerinde sabahladım. Hayatımda havaalanında uyumadımda demem artık yani, bakalım daha neler gelecek başıma. Ertesi gün öğlen oldu ve Azor takım Adalarından biri olan Faial adasına doğru yaklaşık 1,5 saatlik uçuş başladı. Atlas okyanusu üzerinden uçarken , tüylerim diken diken olmadı değil hani. Sonra Faial Adasından 20 dakikalık bir gemi yolculuğuyla Pico adasına geçiş. Karaya çıktığım yer olan Madalena’ya oldukça uzak olan otelim, adanın diğer ucundaydı. Ve adanın batısından doğusuna kadar da araçla ilerleyiş. Bu yolculuk anlatılmaz yaşanırdı ancak.
Bir haftalık ziyaretim boyunca bana eşlik eden öğretmen dostlarım tam bir misafir perverlik örneği gösterdiler. Ve Pico’luları çok sevdim. Ada insanları çok sakin, hayatı ağırdan alan, devamlı neşe, şarkı, dans, yemek, içki, toplantı halindeydiler. Hayat onlara güzeldi… Yine bu ziyaret kapsamında Avrupa Parlamentosunda Azor Adaları temsilcisi bir bayan parlamenterle sohbet edip, Pico Belediye başkanını makamında ziyaret edip Ada hakkında bilgi alma şansını yakaladım.
Türkiye’den götürdüğümüz hediyelerimizi de başkana sunduktan sonra balina ve balina avcıları müzesini görmeye gittim. Yaklaşık 40 yıl öncesine kadar ada sahillerinde balina avcılığı yapılıyormuş, ancak şuan böyle bir faaliyet olmadığını mutlulukla öğrendim. Geçmişte avcılıkta kullandıkları araç-gereç ve makinaları, balina dişlerini, balina dişlerinden yapılan süs eşyalarını merakla inceledim.
Ertesi gün Pico Adasındaki UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınıp koruma altına alınmış Üzüm Bağlarını görmeye gittim. Okyanustan gelen sert rüzgarlardan ve tuzdan korumak amacıyla tüm üzüm bağları küçük parseller şeklinde, volkanik taşlarla örülü çitlerle çevriliydi. Tarihi bir yel değirmeni de bağları kuşbakışı görmemize olanak tanıyor, güzel kareler çekmemiz için ideal bir yükseklik oluşturuyordu.
Yine burada yer alan Şarap Müzesi de görmeye değerdi. Her ne kadar alkolle işim olmasada kültür kültür dedim daldım içeri. Çeşit çeşit üzüm türleri ve şarap çeşitlerinin tanıtıldığı bu müze de güzeldi. Müze bahçesinde bulunan Ejderha Ağacı dedikleri devasa ağaçlar, Azor ve Kanarya Adaları’na has yüzyıllardır o topraklarda yetişen nadide bitki türlerindendi.
Adayı keşfimiz ertesi günde devam ediyor sönmüş bir volkanik yanardağ olan ve adanın ortasında tüm haşmetiyle yükselen Pico Yanardağı’nın olumsuz hava şartları nedeniyle yarısına kadar çıkabilmiş olsak da yine de çok güzel bir deneyimdi. Eski bir fabrika olan şuan endüstriyel ürünler müzesi olarak faaliyet, gösteren müzede Pico’nun kurtuluş günü (25 Nisan) etkinliklerine denk geldim. Çeşitli drama gösterileri, bağımsızlık şarkıları ve üniversitelerden gelen akademisyenlerin konuşmalarıyla dolu geçen gece de şahsım adına verimli bir paylaşım oldu. Yeşillikler içinde ki, sakin, sessiz, huzur dolu adadaki artık son günlerime doğru yaklaşırken, yaptığım en maceralı etkinlik okyanusta botla üç saat süren yunus ya da balina görme gezisiydi. Yağmur altında, dalgalarla boğuşarak ilerlerken balina göç mevsimi olmayışı nedeniyle yunus balıklarını izlemekle yetindik.
Bir diğer macerada yanardağdan gelen lavların bir dere yatağı oluşturduğu bir mağarada, göz gözü görmeden , ellerimizde fenerlerle, lav izlerini takip etmek, oluşan şekilleri incelemekte anlatılmaz yaşanır cinsinden bir diğer güzel anıydı.
Azorlar yanardağ açısından zengin bir coğrafya, komşu adada ki (Faial adası) en son bundan 55 yıl önce aktif olan bir diğer yanardağı da ziyaret etmeden olmazdı.
Bu yanardağ için bir gün yine aktif olma ihtimali var, ancak Pico için sönmüş bir dağ diye bilgilendik. Zaten ada nüfusu yıllar önce 50.000 kişi üzerinde iken şimdilerde 10-15.000 kişi ha var ha yok. Nedeni ise patlamadan sonra Amerika’ya ya da diğer Avrupa ülkelerine ciddi bir göç vermiş olmalarıymış.
Ziyaretimin son gününde, öğretmen arkadaşlarımın okullarında hazırlamış oldukları, geleneksel Portekiz yemeklerinden oluşmuş birbirinden leziz yemeklerin tadına bakıp, geleneksel Portekiz halk dansları gösterilerini izledim.
Her mutlu şey gibi bu gezi de bitti ve bir hafta boyunca beni özleyen aileme kavuşma vakti gelmişti. Dönüşte aynı maceralı yolculuğu bu sefer Münih aktarmalı yaptım ve İstanbul semalarında uçarken, aklım hala Pico’da ve o güzel insanlardaydı.
Bir başka gezi yazımda buluşmak dileğiyle, sevgiyle kalın…
GÜLŞAH CENGİZ
selam gulsah hanım guzel gezılerınızden övguyle bahsetmıssınız tabıkı ımkanalrı olan ınsanalr ıcın cok guzel hele ulkesını oralarda temsıl etmek tanıtıtmak dahada guzel ulkemız öncelıkle zengın turızım potansıyelıne sahıp bakınız bır ıspanya kucucuk bır sehrı turkıyeye gelen turıst sayısından kat kat fazla bız öncelıkle ulkenız tanıtımında nerede yanlıs yapıypruz bunları arastırmak lazım ben tum hayatım boyunca turızımde calısmaktayım bunun 12 -14 senesınıde yurt dısında gecırdım bu zaman uıcersınde cok tercubeler kazandık bende elımden geldıgıncede ulkemı ulkemın yemeklerını yabancılara tanıtdım ama bu sadece kıısyle degıl bır ulkenın tumuyle mumkun olabılecegını dusunuyorum bu konudada herkesın uzerıne dusenıde yapması lazımdır bu guzel seyahatlerınızın tanıtımlarınızın ulkemız adına faydalı olması dıleklerımlede saygıalr sunuyıorum..