En Büyük Asker Bizim Asker!
Şuan kulağımda asılı kalmış bir uğultu ile yazıyorum bu yazıyı. Oyun ha-vaları, kemanlar, bağlamalar… Birkaç saat önce bir ‘asker eğlencesi’ndeydim. Her telaffuz da garipsediğim gibi, yazarken de garipsiyorum. Malumunuz, için-den geçmekte olduğumuz şu zamanlar hepimizin yürekleri bir parça ağzında. ‘Asker’ kelimesi geçtiği anda panikle doğrulan reflekslerimiz oluştu. Eğlenceli, şenlikli laflar etmek şöyle dursun; hızla ciddi mizaçlar takınıyoruz. Üstelik, söz konusu ‘asker’ kuzeniniz ise, kaygı üretme konusunda oldukça aktif oluyosu-nuz.
Benim hayatım da katıldığım ilk asker eğlencesiydi. Askere gidecek er kişinin bazı yöresel merasimler ile uğurlandığını elbette biliyordum. Ancak, uğurlayan cephesin de yaşanan duygu durumlarından bihaberdim. Bihaber-mişim.
Kuzenim ele avuca sığmaz bir çocuktur. Çocuktur, diyorum. Çünkü o şimdi: ‘en büyük asker’ olsa bile, benim gözüm de hala çocuğumdur. Çocuk, daha kü-çükten meyilliydi çalgı işlerine. Nihayetinde, bir düğün orkestrasında çalışmaya başladı. Eh! Konunun erbabı olduğundan tabi, oldukça coşkulu bir eğlence ter-tiplemiş kendisine. Takıldım bir de, “Sen askere böyle gidiyorsan, düğününü na-sıl yapıcaz?” Gülüştük sonra.
Bir coşkuyu seyrederken içimin böyle cız edeceği aklıma gelmezdi. Yaygın bir söylem vardır ya hani: “Kötüyü çağırmayın.” Ama okurken siz de bir kez olsun çağırıp; sonra hızla geri kovdunuz değil mi? Ben de alıp, çok uzak bir yerlere koydum onu. Bir korku tünelin de gibi hissediyor insan kendini. Kara simalı bir canavar; her an bir yerlerden fırlayıp: ‘böh’ deyiverecek gibi geliyor ya, aman! İşte ben bu kurgularımı kovmaya çalışırken, kuzenimin ışıl ışıl yanan oyunlarını izledim uzaktan. “Ah çocuk! Ah çocuk!” dedim içimden. O; ele avuca sığmaz, ne düşündü ne yaşadı kendi içinde bilinmez. Ama ışıltısında, tüm bu karanlıklı kaygılardan uzak bir hal vardı.
Tuhaftır insanoğlu. Bambaşka yollardan gelen duyguları alıp; aynı kavşakta buluşturur. Acıya sonsuz hazırlıklı ve göze almışken; umarsızca eğlenebiliriz de, canavar nereden ‘böh’ yapsam diye kapı eşiğinde bekleyedursun biz pür neşe meydan okumaktan alıkoymayız kendimizi. Öyle ya, neden alıkoyalım. Yaşa-maktan geri durulur mu ki? Yaşamak dediğimiz: tüm bu tezatlık hallerinin kendisi değil midir zaten ? Sözüm ona, biz de evvela kurtlarımızı döker; ondan sonra su dökeriz askerin ardından.
Kulağımda ki uğultu bir nebze hafifledi. Baktım da, ne çok öcülü böcülü laf etmişim. Tüm bunlar bir yana, adetler yerini bulur; vazifeler bitimini… Biz suya dileğimizi de döktük çocuk: sen güle güle gel. Tabiki: en büyük asker bizim asker!
Hoşgeldin Derya..Yazından çok etkilendim; içindeki-içimizdeki o hassas duyguyu çok güzel ifade etmişsin. Anladım ki kuzenin neşeli gitmiş askere ve inanıyorum ki, neşeli gelecek askerden…