
BOLU TÜRKÜLERİ
KİRAZ ALDIM DİKMEDEN (HALİMEM)
Ülkemizin cennet köşelerinden, Bolu’muzun şirin ilçesi Mengen’in bir köyünde, büyüdükçe güzelleşen, güzelleştikçe de dillere destan olan bir kız varmış. Halime imiş dünyalar güzeli kızın adı! Babası varlıklı mı varlıklıymış. Babasının varlıklı oluşundan bihabermiş. Halime her köy kızı gibiymiş. Arkadaşları ile oyunlar oynar, çeşmeye suya gidermiş. Güzelliğinin farkında bile değilmiş, Mehmet’i görünceye kadar. Köyün delikanlıları o’nu görmek için çeşme başına gelirler, gözlerlermiş Halime’nin yolunu. Güzelliğinin ünü tüm yöreye yayılmış. Annelerin, babaların ve delikanlıların hayallerini süsler olmuş, Halime. Kimi gelin kimi de eşi olsun istermiş. Bırakın köyün delikanlılarını, ülkenin delikanlılarının rüyalarını süslüyormuş, güzelliği.
Halime’de, Mehmet için yanıp tutuşuyormuş. Mehmet köyün en yakışıklı delikanlısıymış. Karşılaşmışlar kuytu bir köşede. Önce gözleri, sonrada elleri kenetlenmiş saatlerce. Dilleri tutulmuş ikisinin de. Ara ara buluşmaya başlamışlar. Sevgi sözcükleri dışında, açılmıyormuş ağızları. Ya gözleri ya da elleri konuşuyormuş. Geleceğe dair planlar yapıyorlar, aşk heyecanı dışında canlı yokmuş sanki yanlarında. Giyeceği gelinliğin rengini, çocuklarının sayısının hesabını yapıyorlarmış.
Bu buluşmalar ”Taşbaşı’ında” gerçekleşiyormuş. Taşbaşı; Üç tarafı uçurumlu bir yermiş. Sevgililer, yeni evliler gidermiş, hep Taşbaşı’na. Onlarda buranın müdavimi olmuşlar. Sevdalarının şahidiymiş, Taşbaşı.
Köyde sezilmeyen hoş bir haber olmadığı hissedilen, söylenti dolaşmaya başlamış. En son Halime ile Mehmet duymuş, kara haberi. Babası, Halime’yi kendisi gibi zengin bir ailenin oğluna vermiş. Geç kalınmışlığın korkusuyla düğün hazırlıkları başlanmıştı, bile. Köylüler tarafından da çok sevilen bu iki gencin sevdaları, kara kabusa dönüşmüş. Birlik olmuşlar köylüler, kızın babasıyla konuşma kararı aldılarsa da, baba inatlaşmış, ”Sözümden dönemem” diye geri çevirmiş, köy heyetinin isteklerini.
Halime, bembeyaz gelinliği giyme yerine Mehmet’in yanında almış soluğu. Taşbaşına gelmişler. Yapacakları hiçbir şey kalmamıştı, utanılacakta. Gözleri, aynı zamanda elleri tutuştu, alev alev. Onlar için hayat yok olmuştu. Hayatlarının akışını durdurmuşlardı. Suçluyu bulamadılar. Çaresizlik kazanına düşmüşlerdi. Kavrulmaya hazırdılar! Ertesi günü, köylüler, el ele tutunmuş iki gencin cansız bedenlerini bulmuşlar, kayaların dibinde. Babası çok pişman olmuş. Köylüler de üzgün. İş işten geçmiştir artık. Üzüntü ve hüzün köyün göğünü kaplamıştır.
Üzüntü ve hüznü yırtan bir ses duyulmuş uzak olmayan yerden. Bu çığlık çığlığa bir sesmiş. Köylülerde bu sese eşlik etmişler yıllardan beri. Ölümsüzleştirmiş. Ağıtlar yakılmış. Türküleştirmişler;
Nakarat
Kiraz aldım dikmeden, Alçaklara kar yağıyor,
(Halime’m)dallarını bükmeden. Üşümedin mi?
Bir armağan ver bana, Sen bu işim sonunu
(Halime’m)ben gurbete gitmeden. Düşünmedin mi?
Tombalacık (Halime’m) Taşbaş’ına gel, Nakarat
Ben gidiyorum Bolu’ya Kiraz aldım Hendek’ten,
Düş peşime gel. Hekim gelir, Devrek’ten
. Hekim buna neylesin,
Ocak başında kaldım, Yangınımız yürekten.
İnce fikire daldım. Nakarat
Kapılar açıldıkça,
(Halime’m) seni geliyor sandım
Kaynakça;”BOLU TÜRKÜLERİ” Hazırlayanlar; SN.TANER CAN VE SN. SİYAMİ PALAZOĞLU.”BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINLARI-2
Ama Rasim
Soner Olgun
Bu türkünün böyle bir hikayesi olduğunu bilmiyordum. Hem çok güzel hemde hüzünlü, ANADOLU türküleri hepsininde bir hikayesi vardır. Teşekkür ederiz bu güzel hikayeyi bize ulaştırdıgınız için tebrikler başarılar.