ÇOCUKLARIMIZ
Canlılar doğada dört grupta bulunur. Bitkiler, hayvanlar, mantarlar ve mikroskobik canlılar… İnsanlar bu gruplardan, hayvanlar sınıfında yer almaktadır. Milyonlarca canlı çeşidi arasında yalnızca insan yavruları, beslenme, barınma, korunma gibi ihtiyaçlarını tek başlarına karşılayamazlar. Kendi başlarına yaşam mücadelesi verebilecek becerilerini kazanana kadar bir başka kişinin himayesi altında olurlar. Onu doğuran canlı, doğası gereği koruma, besleme yetileriyle donatılmıştır.. Öyle ki, bu donanıma koşulsuz bir duygu da eşlik edince muazzam bir yumak çıkmıştır ortaya. Bu insan yavrusu, kendisini diğer canlılardan ayıran özelliklerinden biri olan konuşma –dil – yeteneği ile de bu kişiye “anne “ sözcüğüyle hitap etmiş ve bu kelimeye duygularının en ince, en derin, en hissi anlamlarını yüklemiştir. Ve annesiyle arasında hiçbir gücün koparamayacağı bir bağ oluşturmuştur. Anne –çocuk kavramı, en güzel şarkıların, şiirlerin yazıldığı, en muhteşem renklerle bezenen duyguların bir tuale aktarıldığı, bir bütünün varlığı anlamında derin bir mana taşır. Anne; çocuğuna ” yar” dır, çocuk; annesine “can” dır.
Çocuğum-çocuksun-çocuk. Çocuğuz-çocuksunuz-çocuklar…1. tekilden 3. çoğula kadar her şahsın tattığı bu yolun seyrini her şeyimiz olan çocuklarımız yani 3. şahısları konu alarak anlatmak istiyorum.
Onların anne babası olduktan sonra elimizde olan maddi manevi tüm imkanlarımızı, kendimizi kenara iterek onlar için kullanırız . Her bir gelişimi biz de yeni bir sevinç, doğuş, heyecan yaratır. Yürümeye başladığında, ilk adımlarını atması, Mecellen ‘ın dünyayı bir tur dolanması kadar muazzam gelir. İlk hecesinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde olmadığına hayıflanırız. Dişleri çıkmaya başladığında inci tanelerinin keşfi için deniz altlarına dalmanın saçma olduğunu düşünürüz. Çünkü artık biliyoruzdur ki en değerli inci taneleri o minicik ağzın içindedir. Hatta boncuğun bile imal edildiği yeri ,menşeini o doğduktan sonra öğreniriz Bunların onun biz annelere yaşattığı olağan duygu ve düşünceler olduğunu kabul ediyorum. Esas olağan üstü olan , daha doğmadan onlar adına hayaller kurmak, hayatları üzerine planlar yapmak, onlar adına kararlar vermek. Öyle ki, göreceği öğrenimi, yuva kuracağı kişinin özelliklerini, ikametgahını, belki de kullanacağı araba markasını kafamızda belirlemiş olmamızdır. Zevkleri, hobileri neler olmalı? Fobileri ,sorunları ve takıntılarıyla nasıl başa çıkabilmeli? Korkularının ,pasifliğinin , çekincelerinin dozu ne olmalı ? Sosyalitesi, dünya görüşü , entelektüelliği, giyim şekli, konuşma tarzı, tutacağı takım ,seveceği renk!!!!….TAMAM anneyiz babayız dedik, aramızda muazzam bir bağ var dedik, yavrularımıza kol kanat germeliyiz ,onlar diğer canlılar gibi değil , biz olmadan hayata tutunamazlar dedik, biz onlara lazımız dedik…Ama bu kadar da müdahil olmalıyız demedik..
Onlara karşı hassasiyetimiz şüphesiz sonsuz . Ancak onları büyütürken, ayrı bireyler olduğunu, bizden farklı duygu ve düşünceleri ,hayalleri, zevkleri, istekleri olabileceğini çoğu zaman gözardı ederiz . Yorulmasın , üzülmesin, zorda kalmasın gibi duygusal düşüncelerimizle onların davranış ve yeteneklerini köreltiriz .Lakin bir yandan da kendilerinin farkında, hayata karşı ayakları sağlam basan, sorumluluk sahibi, problemler karşısında çözüm üreten ,yenilikçi bireyler olmasını isteriz. Bu özellikler neticesinde, kendine ve çevresine faydalı, öğrenmeye açık, sorgulayan ,mutlu bireyler haline geleceğini de biliriz. En az temel ihtiyaçları kadar gerekli olan ,benlik algısını kazanması için ebeveyn olarak vermemiz gereken özgüven duygusu ,birey olması yolunda attığımız en büyük adımdır. Gel gelelim bunu da biliriz .Ancak bunu verme zamanını kestirmeyi bilemeyiz. Bu duyguyu vermemiz gereken zamanda veremeyince “Kocaman oldu ,hala çocuk gibi davranıyor”. “Kırk kere söyledim; bu böyle olmaz diye. Hep aynı şeyleri yapıyor. ”Ben olmasam iki taşı bir araya getiremeyecek.” Ve en girdabı da ”Komşumun çocuğu, onu, bunu, şunu yapabiliyor. Benim çocuğum neden onun gibi değil?” İşte perde burada kapanıyor. Bu soru kabus gibi çöküyor . Sebep gerçekten iyileştirme amacıyla soruluyorsa ,soru cevap bulacak ve sorun olmaktan çıkacak. Ancak sebep çocuk suçlanırcasına soruluyorsa sorun daha da büyüyüp çocuğun aleyhinde gelişecektir.
Çocuklarımızı büyütürken en iyi şeyler yapmak adına bilmeden hatalar yaparız. Hataları fark ettiğimizde, geç kaldığımızın farkına varıp telafi yollarına gideriz. .”Hatasız insan olmaz.” Bunu hepimiz çok iyi biliriz. Ancak bu hatalar, çocukların ruh yapılarını değiştirecek kadar derine işlememelidir. Bizleri büyütenler de ,onları büyütenler de temelde aynı inançla hareket etmişlerdir. Ve şimdiki çocuklarda birer ebeveyn olduklarında tıpkı bizler ve bizlerden önceki anne babalar gibi irili ufaklı hatalar yapacaklardır. Karakter yapılarının oluşumunda büyük payı olan aile tutumunun sevgi, empati, tutarlılık çerçevesinde olması çocuğun gelişiminin “+” hanesine kaydedilecektir.
Hayata hazırlarken önce bizim varlığımızın varlıkları için gerekli olduğunu ,gelişimlerinin bir aşamasından sonra da artık kendi varlıklarının var olmaları için gerekli olduğunu kanıksadık. . Eğitim- öğretim hayatı boyunca da ,öğrenmeden ziyade “öğrenmeyi öğrenen” çocuk, hayata 1-0 önde başlamış olacaktır. ”Bana bin balık vereceğine bir balık tutmasını öğret. ”Bu Çin atasözündeki gibi onlara öğrenme yöntemlerini öğretmek, sınırı olmayan bilgi dağarcığına ulaşabilmesi için sağlam bir köprü olacaktır., Onlar bizim her şeyimiz. Ne kadar insan, o kadar dünya denilen noktada, ne kadar çocuk o kadar hayat demek istiyorum. Şahsi iradelerini kullanma yetkisi verilmeden dünyaya gelme ve yaşama dahil olma haline büründürülen insanoğlu hayata bir şekilde merhaba demekte.. Acaba sorulsaydı dünyaya gelmeyi ister miydi? Herkesin cevabı kendinedir. Ama dünyaya tekrar gelme şansı olsaydı ; muhtemelen herkes yine kendi anne ve babasının çocuğu olmayı seçerdi.
FUNDA ARKIN AKBAŞ
harikasın canım arkadaşım =) kelimelere ruhunu katarak, ne de güzel dökmüşsün kağıda…