MEVLANA VE AŞK…
“Duyun Ey Yarenler duyun, aşk bir güneşe benzer;
Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer”
Aşk imiş her ne var ise alemde;
İlm bir kıyl-ü kaal imiş meğer”
Mevlana aşkın üst mertebelerini ifade eder kültürümüzde… Onu bilmek, anlamak ve tanımak, onun gibi olmaya çalışmak her “mana” insanının hedefinin zirve noktası olsa gerek.
Gönüllerin mimarı, yüreklerin fatihi de diyebiliriz Mevlana için…
Ünü sınırları aşmış, gönül gönül diye coşmuş ve bu uğurda ölümü bile öldürmüş, onu hiçleştirmiş ve ölüme “şeb-i arus” diyerek herkesin titrediği, kaçtığı o son nefes anını “düğün gecesi” gibi görebilme bahtiyarlığına ermiştir.
Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın da ifede ettiği gibi, ölümü “asude bahar ülkesine” çeviren ve ölüm korkusunu adeta yok eden; aşkı “Yaradan” da bütünleşmek olarak telakki eden Mevlana, aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen adından sevgiyle bahsettirebilmiştir.
“Bir lokma, bir hırka” anlayışı ile tüm maddeci/materyalist akımları darmadağın eden bu Gönül Sultanı asırlar öncesinden devrimize ışık tutmaya devam ederken, aslında günümüz insanına dertlerinin çözümü noktasında da mükemmel bir reçete sunmaktadır.
Müntesipleri olarak bizler onun “aşk” kavramını çok iyi anlamaya çalışmalıyız. Mevlana ile aynı zamanda yaşayan Derviş Yunus’ da “Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü; Yaratılanı hoş gördük, Yaradan’ dan ötürü” ifadesini dillendirirken, belki de bu olağanüstü insan sevgisi anlayışına “hümanizma” safsatasıyla (cılızca) cevap vermeye çalışanlara, o “aşk” insanının yanına bile yaklaşmayı hak edemeyeceklerini asırlar öncesinden naifçe ifade ediyordu. (Sözde) insan sevgisi savunucularının arka planlarında çıkar, maddiyat ve dünyevi beklentiler olduğuna göre, onların sevgi konusunda bu mana insanlarından ders almaya fevkalade ihtiyaçları bulunmaktadır aslında.
Mevlana’nın gezdiği, gördüğü, kat ettiği yollar da tasavvuf anlayışının şekillenmesinde önemli bir etken olmuştur denebilir. Horasan’ ın Belh şehrinde doğan Mevlana, Nişabur, Bağdat, Kufe güzergahını takip ederek Kabe’ ye ulaşırken, oradan da Şam, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde istikametinden Karaman’ a varmıştır. Her insan gibi “ham” olarak dünyaya gelen Mevlana bu uzunca yolculuk esnasında iyice “pişer” daha sonra Konya’ da Şems-i Tebrizi ile karşılaşınca çok az insana nasip olacak şekilde adeta “yanar” ve hayatını şu üç cümle ile özetler; “Hamdım, piştim, yandım”. Bu yanmayı anlamak o kadar da basit değildir. Çünkü “aşk nedir?” sorusuna “ben ol da anla” diyerek yanmanın, pişmenin çok çetrefilli olduğunu da ima etmiş oluyordu.
Onun aşk anlayışının çok iyi tahlil edilmesi adına yine Mevlana’ ya ait mısralarla bitirelim:
“Ey özden habersiz gafil!
Sen hala kabukla öğünüyorsun!
Sen, kendi arzularına aşk adını takmışsın;
Halbuki onlardan kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.”
Abdulbaki MURAT
MEVLANA DEYİNCE SADECE SUSMAK GEREK KELİMELER YETERSİZ TEŞEKKÜRLER