
Merhabalar sizler bu hafta SEVGİ konusundan bahsetmek istiyorum.
Sevgi… Bu sihirli sözcük sizce nedir ne ifede ediyor hiç düşündünüz mü gerçekten?
Gelmeyecek birini yıllarca beklemek midir sevgi, yoksa olmayacak hayallere dalmak mıdır? Sevgi herkese göre değişir bence, bazen bir çiçekte, bazen gülen bir gözde görürsünüz; renklerde, havada, doğada, doğan bir bebekte… Sevginin bir tarifi yoktur, olamaz, anlatılmaz ve anlatmaya kelimeler yetmez.
Sevgi tek yürek olmaktır. Karda yürüyüp izini belli etmeyecek kadar hassas davranmaktır; karşılıksız, koşulsuz, süresiz, nedensiz sevmektir. Aslında herkes bu özelliklere sahiptir ama o cesareti bulamaz kendisinde.
MUTLU OLMAK İÇİN CESARET GEREKLİDİR.
Maddi değerlerin önemi yoktur, sadece inanç ve kalpten sevgi vardır. Ne yazık ki günümüzde bu kavram öyle unutulmuş ki birisini sevseniz altında insanlar bir şey arar olmuş, evlilikler yine öyle… Gençlerimiz sözüm ona aşık olup evleniyorlar bir bakıyoruz ki 6 ay sonra boşanmışlar. E nerde sevgi? Hani ölümüne seviyordunuz? Yazık… Bunlar sevgiden habersiz zavallı insanlar bence. Görüş mesafeleri çok dar. Sevgi bu olabilir mi, kesinlikle hayır. Sevgi emek ister, yürek ister, karda yağmurda fırtınada aynı yolda yürüme ister. Hem de ölümüne. Gelmeyecek birini beklemektir.
ÖLÜMÜNE NEFRET EDİP AZ SONRA KOLLARINDA CAN VERECEK KADAR SEVMEKTİR SEVGİ.
Bu öyle bir yüce kavram, öyle sihirli bir olgu ki kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum. Bunun gerçekten tarifi olmaz. Sizlere sorsam neden seviyorsunuz, düşünürsünüz ama belli bir cevap veremezsiniz. Bazen de susmak, sesiz kalmaktır sevgi…
Öyleyse çok geç olmadan sevdiklerimize söyleyelim sevdiğimizi, sevmekten korkmayalım. Yarın çok geç olabilir belki de. Koşulsuz sevelim, yalansız, sade ve saf… Hayat inanın çok kısa…
Peygamber efendimiz söyle buyurmuş:
“Seven sevdiğine sevdiğini söylesin.”
Ermişin birine sormuşlar:
“Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın göstereyim.” demiş ermiş.
Bir sofra hazırlanmış. Bu sofraya dilinden düşürmeyen ama dilden gönüle indirmeyen kişileri çağırmışlar. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken sıcak çorbalar ve arkasından da “derviş kaşığı” denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.
Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye bir şart koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.” “Peki” demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden sofradaki hiç kimse çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda bakmışlar bu iş olmuyor çorbadan vazgeçmişler. Öylece aç aç kalkmışlar sofradan. Onlar sofradan kalktıktan sonra ermiş: “Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya.” demiş.
Yüzleri aydınlık gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya. Ermiş: “Buyrun bakalım” deyince de her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak şükür içinde sofradan kalkmışlar.
“İşte” demiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim ki kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki hayat pazarında alan değil her zaman veren kazançlıdır.”
ESEN KALIN
AYSEL BINAR GÜLEN
Mükemmel bir yazı olmuş teşekkürler…