İnsanoğlu çok eskilerden alışverişini satın alma aracı olmadığı için değiş-tokuş yöntemiyle yaparlardı.
3 Havuca karşılık 1 elma gibi. Zamanla görüldü ki bazı malların karşılığı takasta kullanılacak ürünle çok mantıksız kalabiliyordu. Düşünsenize bir araba almak istiyorsunuz ve takasta aracın değeri olan 26 Ton domates veriyorsunuz! Ne siz bir anda 26 ton domatesi taşıyabilirsiniz ne de karşı taraf bu domatesleri saklayabilir. Üstelik satmayacaksa hiçbir işine de yaramaz, çürür, ekonomik zarara yol açar.
Bir gün değişime aracılık edecek bir şey buldular. “Para”. İnsanlara bunun elinde ki ürünlerin bir karşılığı olduğu, taşınabilir, ihtiyaçları kolaylıkla alınabildiği bir araç olduğu anlatıldı. Böylece artık kimse bir şey almak için 26ton domates teklif etmiyor 26 ton domates satıldıktan sonra elde ki para ile satın alma işlemi kolaylıkla gerçekleşiyordu.
Bu ise ciddi sorunlar doğurdu. Elinde bir sürü parası olan çaldırmaktan ya da kaybetmekten korkuyordu, olmayanlar ise nasıl çok para elde edeceğini düşünüyordu. Bu noktada devreye efendimiz ve bizi şimdilerde yöneten şık dekorları olan, çalışanların iyi giyinimli olduğu bankalar çıktı.
İşin mantığı şu para verdiğin kişiden daha fazlasını al. İşleyiş basit çok parası olan kişiye parasının yılsonunda %5’i kadar daha fazla para vereceğini ve bu süre zarfında parasının güvence altında olduğunu söyleyerek bankaya alıyoruz. Az parası olan adama da yılsonunda %10 daha fazla almak şartıyla yatırım yapması için kredi veriyoruz.
Peki, bu büyük ekonomide herkes para yatırdığında ve herkes kredi kullandığında %10’lık faiz nereden bulunacak. Şöyle anlatalım; 10 kişi 10’ar TL toplam 100TL kredi aldı ve yılsonunda 110 TL ödeyecek. Şimdi bu 10 kişiden biri batarsa ne olur diğer 9 kişi rahatlıkla kredi faizini öder.
Kim batmak ister? Hiç kimse istemez. Ne yapmak lazım? Çok daha fazla üretmek ve çalışmalı. Ne kadar fazla üretirseniz üretin bir yerde tekrar paraya ihtiyaç duyarsınız. Gideceğiniz adres ise “BANKA” olur. Banka tekrar size belirli bir faiz oranıyla bir miktar para verir. Bu sistem sizi devamlı çalışmaya ve batmamak için ürettiğiniz ürünü geliştirmeye, çeşitlemeye zorlar.
Böylece gıda sektöründe üretim yaparken, yedek parça üretimi de yapmaya, inşaat sektöründe hizmet vermeye başlarsınız. Bunların her bir geçiş evresinde kredi kullanır ve bunları ödemek için daha fazla çalışırsınız.
Zaman içinde “para” çeşitli evrelerden geçerek altın halinden günümüzde kâğıt halini almıştır. Hatta bir adım daha öteye giderek bilgisayarlar sayesinde gerçekte hiçbir değeri olmayan banka cüzdanlarının üzerinde ki yazı kadardır. Unutmayın devlet güvencesi olmadığı zamanlarda batan bankalar yüzünden dünyada birçok kişi parasından olmuştu. Siz bir ev almak istediğinizde hesabınızda ki parayı sistem üzerinde başka bir hesaba aktarır ve evinizi alırsınız. Para kimde? Bankada. Önceden kimdeydi? Bankada. Paranın yeri değişti mi? Hayır. Yani banka hala bu parayı kullanmaya devam ediyor. Böylece bu sanal ortam sayesinde artık para istediği gibi yer değiştirebiliyor, ekonomi globalleşiyor. Ekonomi küreselleştikçe pazar büyüyor. Çin’den Avrupa’ya kadar 6 milyardan fazla müşterinin olduğu bir alana genişliyor. İşte buna da küresel pazar diyoruz.
Ülkelerin Merkez Bankaları diğer ülkelerinde faaliyet gösteren bankalara müşterilerinin nakit para ihtiyacı göz önüne alınarak toplam mevduatının belli bir yüzdesini kasasında tutmasını istiyor. %10 diyelim. Yani Banka sizin yatırdığını 10000TL’nin sadece 1000TL’sini hesabında tutuyor. Geri kalanı kredi olarak sanal ortamda yaratarak etrafa dağıtıyor. Bu para geleceği varsayılarak dağıtılıyor ve borç üzeriden üretiliyor. Sistem kendini devamlı yeni para girişiyle besliyor ve büyüyor. Modern banka sisteminde işleyiş belli; Banka kendisinin olmayan parayı alır, var olmayan parayı kredi olarak ihtiyacı olana dağıtır ve bundan faiz geliri elde eder.
Bunun kötü yanı enflasyon ve deflasyona yol açmasıdır.
Enflasyonda, paraya talep arttıkça daha fazla para basılır ve piyasada ki para miktarı artar. Para artışına rağmen mal artışı olmaz ise para değersizleşmeye başlar. Mal fiyatları artar. Bu enflasyondur. İnsanların güveni ise bir mesafeden sonra yıkılır ve bu sefer tarihin en başına dönerek para değil mal sahibi olmak isterler ve parasal istem yıkılır.
Deflasyonda, para miktarı ile mal doğru orantılı artmazda mal miktarı arttıkça para miktarı bunun gerisinde kalırsa bu seferde para aşırı değerlenir. Bir şey aşırı değerliyse ne olur? Ondan çok az harcanır. Peki, o değerli paramızı harcamanız için ne yapılması gerek? Malın fiyatının daha da düşmesi. Bir mal değersizleşirse üretilir mi? Hayır. Bu sefer insanlar gene değerli olan şeye paralarına sarılırlar
Zenginler mutlu, servet sahipleri keyif içinde fakir kısmın ise borç ve faiz ödemekten sistemi sorgulamaya vakti yok. Bu sistemde orta gelirli ve fakir insanlar ne yapmalı? Mali durumlarını gözden geçirmeli faiz ve borç ikilemine düşmemeli, harcamalarını optimum ihtiyaçlar doğrultusunda yaparak zenginlerin daha zengin olması önlenmeli. Kendilerinin de aldıkları ürünlerin borcunu ödemek için köle gibi çalışmasına fırsat vermemelidirler.