Eğitimde iletişim, öğrencilerle münasebetlerde kullanılması gereken önemli metotlardan birisi olup, her öğretmenin en çok üzerinde durması gereken lüzumlu bir yöntemdir. Burada iletişim kelimesini öğrenciyi anlamak, dinlemek ona yaklaşmak ve değer vermek anlamında söylüyorum.
Çocukların sorunlu olarak en çok karşımıza çıktığı dönem olan ortaokul yılları (5, 6, 7 ve 8. Sınıflar) bu anlamda özel bir önemi haizdir.
Okullarda idareci ve öğretmenlerin en fazla vaktini alan bu sınıflar düzeyindeki sorunlu öğrencilerdir. Bunlardan fırsat bulup da iyi olan çocuklara ne yazık ki bir türlü zaman ayıramaz eğitimciler.
Hal böyle olunca dersi zayıf ve yaramaz öğrenciler daima okulun gündemini meşgul ederler. Her ne kadar “su-i misal emsal olmaz” dense de bu kuralın okullar için istisnai olması gerektiği, zannederim genel bir kanıdır.
Neden mi? Çünkü her öğretmen görüşmelerinde, idari toplantılarda ve öğretmenler kurullarında baş gündem, böyle su-i misal olan (emsal olmaması gereken) öğrencilerdir. Sayıları ise her sınıf ve öğretmen için yeterincedir.
Böyle öğrenciler kurnazdırlar; “akıllı olup okulun yükünü çekeceğine; deli olup herkes onu çeker” ve o da bu işin hazzını sonuna kadar yaşar. Okulun kabadayısıdır, öğrencilerin gözünde idoldür; öğretmenlere posta koyarak rol devşirir ve küçük dağları olmasa da en azından birkaç tepe yaratmış psikozu ile ortalıkta deveran eder dururlar.
Kuruma ilk geldiğim zamanlarda da kulağıma en fazla fısıldanan bu tarz öğrencilerden mütevellit sıkıntılar idi. Herkes okulun katlarında volta atan ne idüğü belirsiz kimi öğrenci, kimi öğrenci müsveddesi gençlerden laf açıyor ve sosyal müşteki rolüne soyunuyordu.
Bu sorunu okul bekçisi ile olan görüşmeden sonra çözdük çözmesine de, bu eski öğrencilerle yaşadığım bir hadise örnek olacak cinsten.
Her akşam okul çıkışı birkaç genç (ki bunlar okulun eski öğrencileri imiş; kendi deyimleri ile mahallenin sahipleri) kapıda beklerler; ellerinde sigara, ağızlarında nazireli türküleri, ki bizi görünce sanatçı damarları kabararak kendilerini bir anda Yeşilçam sırtlarında zannediverirler.
Şaka yapmıyorum, ülkemizde öğretmen itibarına yönelik olumsuz söylemler sebebiyle ne yazık ki öğretmeni görünce triplere giren, kendince gövde gösterisi yapan, bir anda özgüvene bürünüveren tiplere sıkça rastlarsınız.
Bir akşam onlarla mutlaka diyalog kurmam gerektiğini düşünüyorum, zira evvelki günlerde ferasetle yüzlerine baktım ki niyetimde de şu vardı: Allah Resulü “Mü’ minin ferasetinden korkunuz, zira o Allah’ ın nuru ile bakar” buyuruyordu. Ben de onlara taciz edercesine değil, feraset niyeti ile nazar ederek göz teması ile manevi bir mesaj vermeye ve bu şekilde bir alt yapı oluşturmaya çalışmış idim.
Üç delikanlıya yaklaşıyorum ve “merhaba gençler ne var ne yok” diyorum.
Yüzlerinde bir şaşkınlık beliriyor o anda. “Bu da nerden çıktı?” dercesine birbirlerine bakıyorlar ve nasıl bir tavır geliştireceklerine dair kısa bir jest ve mimik hareketinin ardından birisi kendisini cephenin ilerisine sürüveriyor:
-İyiyiz hocam, bekliyoruz mahalleyi.
-Ne mahallesi oğlum, mahalleyle senin ne işin var. Muhtar mısın sen?
Beklemediği ve alışmadığı bir cevaptı bu. Bir anda duyduğu bu söze mutlaka bir karşılık vermek zorunda olduğunu hissetti:
-Mahalle bizden sorulur hoccamm; burada bizden habersiz kuş bile uçmaz.
Delikanlılığın deliliği mi desem, gençliğin gözü karalığı mı desem… Mahallenin sahibi olduğunu ve ondan sorumlu olduğunu ciddi olarak söylüyordu. Bir bakıma iyi bir fırsat vermişti bana:
-Bak evladım, madem ki mahalle sizden sorulur, bakın bu okul da mahallededir. Önce Allah’ a sonra size emanet ediyorum bu okulu. İyi bakın, camı çerçevesi, kırılmasın, herhangi bir zayiat olmasın.
Ben konuşurken niyetimi sorguladığı belli idi. Dikkatlice dinliyor, vicdanına hitap etmeye çalıştığımı anlıyordu, en azından yüz görüntüsünden bunu ben böyle değerlendiriyordum. Ciddi olarak muhatap alınmanın derin sularında çoktan yüzmeye başlamıştı bile:
-Merak etme hocam, bundan sonra okul bize teslim, kimseye yan baktırtmayız, yan bakana da dersini veririz.
-Dersini veririz falan derken kavga gürültü istemem haa… Güzelce uyarın yeter. Ayrıca teşekkür ederim arkadaşlar, tanıştığıma memnun oldum. Yalnız sizi en yakın zamanda odama bekliyorum. Çay içer muhabbet ederiz.
Hocalara posta koyarak çocukların gözünde yer edinmeye çalışan o gençler, çay ikramı teklifinden sonra erimişlerdi adeta. Hiç beklemedikleri bu salvo, onların kimyasını değiştirmişti sanki. En yakın zamanda gelme sözünü alarak ayrılıyorum onlardan.
O günden sonra her görüşümde selamlaşırız, hal hatır ederiz. Hiçbir saygısızlıklarına rastlamadım ve hatta bazen hafta sonları okula zarar vermek isteyenleri engellediklerine dair rapor verdikleri bile oldu.
Şimdi tekrar başa dönecek olursak o gençlerle onlara değer vererek kurulan bu diyalog, meyvesini ziyadesiyle vermiştir. Karşılaştığımızda kendi mahalle kültürlerine has bir tevazuları var ki gerçekten insan içten içe seviniyor.
Biz o delikanlılarla şimdi çok iyi arkadaşız. Askere giderken uğradı birisi geçenlerde. Ona bir bayrak hediye ettim. Çok sevindi, kendine has üslubu ile “ölene kadar saklarım hocam” dedi.
Bir diğeri ise ne iş yaptığını sorduğumda “yoğurt işi hocam” demişti de “oğlum zor iştir o, akar kokar” dediğimde kurnaz bir tilki gibi gülümsemişti. Meğer sonra anlıyorum ki, köftehor yoğurdu mecazi anlamda kullanıyormuş.
Bir başka zaman bir yaz günü okuldan bir öğretmen arkadaş ile cumaya gitmek için çıkıyoruz. Bahçenin köşesinde bazı gençlerin oturduğunu, sigara içtiklerini fark ediyorum. Yanlarına yaklaşıp “gençler cumaya gidiyoruz, isterseniz beraber gidelim” diyorum. “Biz arada gidiyoruz” diyerek işi savsaklama yolunu seçmiş olsalar da en azından şahsi sorumluluktan kurtulduğumu düşünüyorum.
Bu arada yanımdaki arkadaş “hocam bu tiplerden hayır gelmez, bunlarla zaman harcamaya hiç gerek yok dese de ona Peygamberimiz’ in (SAV) Ebu Cehil’ in ayağına defaatle gittiğini, bu gençlerin Ebu Cehil’ den de mi kötü olduklarını söylemem üzerine “helal olsun hocam, meseleyi hiç bu yönden düşünmemiştim, sonuna kadar haklısınız” dediğini hiç unutmam.
Eğitimde babacan bir tavrın açamayacağı bir kapı olmaz. Öğrenciye bir adım yaklaşan muallim, kendisine beş adım yaklaşıldığını hisseder. Yeter ki şöyle elimizi müşfik bir eda ile muhatabın omzuna koyalım ve ona değer verdiğimizi hissettirelim.
Nahl Suresi 125. Ayette Rabbimiz eğitimin yöntemi hakkında ne güzel ifade buyurmuştur: “Rabbin yoluna hikmet ve güzel nasihat ile davet et…”
Aynı yöntemi destekleyen başka bir ayette ise “…eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın mutlaka senin etrafından dağılırlardı…” (Al-i İmran 159)
Eğitimi iyi yapmak, nesilleri ahlaklı yetiştirmek de Rabbimizin yolu kabul edildiğinde, bunun için yumuşak huylu ve şefkatli olunduğunda eğitim metodu hakkında İlahi bir yöntemi de kullanmış oluruz ki bu hem dünyevi hem de uhrevi bir çalışma olur. Failleri için ise büyük bir müjde ve ecir bulunmaktadır. 24/04/2014
hocam bu zamanda böyle öğretmen yok denecek kadar az. keşke her öğretmen iletişimin dilini iyi bilse. bazen okullarda öğretmen fırça atıyor. öğrenciye kendi çocuğu gibi yaklaşmalı öğretmenler…