Elimden ne mi geldi hiçbir şey…
Bütün kadınlar gibi konuşmayı çok severim…
Anlatmayı severim. En çok da neyi anlatmada başarılı olduğumu sorarsanız, yaşadıklarımı anlatmak en kolayıdır. Bunun bir yetenek olduğunu ifade edenler oluyor ama katılmıyorum. İnsanın kendisini, yaşadıklarını anlatmasından kolay ne olabilir? Şu nedenlerle zor olduğunu düşünenler olabilir; “Ben anlatırım ama karşımdakiler benim anlattığımı onaylar mı?” Peki bu önemli mi? Benim düşüncelerimin veya benim anlattıklarımın insanlar tarafından kabul görmesi hiç önemli değil. Olmamalı da, sonuçta ben anlatmayı seviyorum, yazmayı seviyorum. Orta çağda da Galileo dünyanın yuvarlak savunmuş ve bu düşüncesinden dolayı yargılanmıştır.
Şu hikaye hep anlatılır ; “Galileo’nun dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ettiği için idam edilmesine karar verilmiş ve idam anında son bir şans verilerek dünyanın yuvarlak olmadığını söylemesi halinde canını bağışlayacakları söylenmiştir.
O ise, biraz düşünmüş ve:
-Ama o yuvarlaktır, demiştir.”
Bu hikaye düşüncelerin insanlar tarafından kabul görüp görmemesinin bir önemi olmadığını anlatır hep bana. Aslında önemli olanda düşüncenin kabul görüp görmemesi değil düşüncelere saygı duyulmasıdır. Anlatmak istediğim bu değildi, ama konu biraz saptı.
Anlatmak istediğim insanlar yaşadıkları olayları daha kolay anlatır çünkü onu her zerresinde hissetmiştir. Örneğin kadınım, kadınları daha iyi anlar anlatırım. Anneyim, anneliği iyi anlatırım. Aşık oldum, sevdim, aldatıldım bunları da iyi anlatırım.
Ama…
Ama yazınca bile boğazımın düğümlendiğini hissediyorum. Böyle tarifsiz bir acı hiç yaşamadım. Madende çalışmak ne demektir, madende çalışanın kızı, eşi, sevdiği olmak ne demektir bilmiyorum. Yerin metrelerce altına inmek, yeryüzüne çıkıp çıkamayacağının garantisi olmadan çalışmak nedir bilmiyorum. Bildiğim sadece 301 canın ihmaller zinciri sonrası aramızdan ayrılmış olması. Yaşadıklarını hayal etmeye çalıştığım zaman boğazım kömür tozundan tıkanıyor, karanlıktan gözlerim görmüyor. Onların yaşadıkları benim hayal ettiğim kadar basit ve küçük değil. Onların yaşadıkları kurtarılınca sedye kirlenmesin diye çizmelerini çıkarmaya çalışan madenci Murat Yalçın’ın içimizi delen sözleri kadar büyük. Ne kadar gözyaşı dökersem dökeyim o acıyı anlatamıyorum. Kalbim paramparça, ruhum kömür karası oldu ama anlatamıyorum. İlk duyduğum anda Soma’ya gitmeliyim diye düşündüm. İmkanlarım el verse idi bir saniye bile beklemezdim ama mümkün olmadı. Beklemenin verdiği çaresizliği iyi anlatırım çünkü yaşadım. Elinden bir şey gelmeden beklemenin ne demek olduğunu, her haberin her açıklamanın nasıl defalarca okunduğunu, her bir canın yitirilip gidişinde tekrar tekrar olduğun yerde ölümün acısını hissetmeyi iyi anlatırım. Günlerdir ölüyorum, bilen yok gören yok. Elimden ne mi geldi hiçbir şey, sadece dua ettim, dua ettim, dua ettim. Benim çaresizliğimin onların çaresi olmasını diledim.
301 Can Manisa Soma’da meydana gelen maden faciasında aramızdan ayrıldı. Ülkemizde oldukça sık aralıklarla meydana gelen bu maden kazaları birçok soru işaretini de akıllara getirdi. Soruşturmanın tamamlanmasını bekliyorum. Türkiye madenlerini ve madenci olarak çalışanları o zaman tekrar yazalım. Neler yapılmalı sorusunu defalarca soralım. Bu canlar yitip gitmesin, ocaklara ateşler düşmesin. Bugün geçen haberlerde Soma’da hayatını kaybeden işçilerin ailelerine verilecek tazminat oranlarının belli olduğu belirtildi. Para işin içine girince her şeyin rengi değişiyor. Soma ile ilgili olarak yazılacak ve tartışılacak o kadar çok konu var ama yazacak durumda değilim. Yaşanan facianın acısını her zerremde tekrar tekrar yaşamakla meşgulüm.
Elif Sarıhan
Elif hnm,bir kadının eşini bir annenin,evladını kaybetmesi kadar acı bir şey olamaz,çok üzüldük,perişan olduk ama senin de dediğin gibi elimizden dua etmekten başka bir şey gelmiyor..Kelimeler yetmiyor teselliye.ALLAH sabırlar versin sevdiklerini kaybedenlere ,yüreğine ,kalemine sağlık diyorum sevgiler .