GÖYNÜK VE PANAYIR
Merhaba sevgili okurlarımız. Bayramlar kadar panayırlar da sevinç, coşku ve sevgi bağlarını güçlendiren ortamlardır.
Bundan dört yıl önce, emekli olduğumda, panayır zamanında Göynük’e gitmiştim. Daha da önemlisi, birikimlerimi yazdığım kitaplarımla stand açtım. Böylece çalışma koşullarım nedeniyle yıllardır katılamadığım Göynük Panayır’ında, eş, dost, ve çevre köy ve beldelerden gelen tanıdıklarımı bir arada görme fırsatını yakaladım. Birlikte heyecan dolu sevinçli anlar yaşadık.
Her yıl 10 Ekim’de başlayıp üç gün süren panayırımız, dışarıdan gelen esnafa ekmek kapısı olduğu gibi, uzakta olup birbirini göremeyenler için çok güzel bir fırsat yaratıyor.
Bu yıl, bayram sonrasına denk gelen Göynük Panayır’ında, yine stand açma fırsatı buldum. Panayırcılar arasındaki güzel dostluklara tanık oldum. Havanın güneşli ve açık olması, panayırın güzel geçme nedenlerinin en güzeliydi.
Panayır etkinliği, bayram tatiline gelerek, panayırı da görmek isteyenlere fırsat yarattı. Kalabalığın ve ilginin artmasına neden oldu. Göynük Caddesi boyunca kurulan standlar rengarenk havasıyla görülmeye değerdi. Hamamönünde kurulan lunaparktan gelen müzik sesi, coşkuyu artırıyordu. Çınar ağacının altında bulunan pazaryeri oldukça kalabalıktı. Kestaneciler ve şekerlemeciler burada yer almıştı. Sobacılarla, bakırcıların yeri her zamanki gibi en son kısımdaydı.
Bir tarafta lunaparka gitmek isteyen çocuklar, diğer yanda alışveriş yaparak eksiklerini tamamlamak isteyen büyükler… Bir yanda pamuk helvacı, diğer yanda mısırcı ve kestaneci.
Yan komşumun çorapları ve iç çamaşırları, kışlık ihtiyaçlarını almak isteyenlere güzel bir fırsat oldu. Panayır boyunca, nezih bir kalabalık aktı, durdu.
Standımı komşularıma emanet ederek yemek ve ihtiyaç molası için eve gittim. Komşularımın mola zamanı ise ben onların standlarıyla ilgilendim.
Geçen yıl, yıllar sonra büyümüş olarak karşıma çıkan öğrencim Nazife’yi kaşımda görünce gözlerime inanamamıştım. Panayıra beni görmek için gelmişti. Hem de İstanbul’dan… Eşi ve çocuklarıyla mutlu bir ailesi vardı. “Öğretmenim” diye boynuma sarıldığında ikimizde duygulanmıştık. Doyasıya konuşmak istedik zamanımızın yettiğince.
Bu yıl, Fatma ve Hatice çıktı karşıma. Yıllar önce bıraktıkları incecik zayıf bir kız değildim. Tanımakta güçlük çektiler beni. Ama tanıyınca da doyasıya sarıldık birbirimize. Eski günlerden konuştuk kısacık ta olsa. İsmail’in vefat haberi yüreğimizi dağlamıştı. Oğlunun yanıma uğradığını, sözcüklerin dudaklarımda donduğunu söyledim onlara. Çok gençti. Kalp krizi yakışmamıştı ona. Ve diğer öğrencilerim, halkımız ve misafirler uğradı standıma bir bir.
Göynüklü olmak benim en büyük zenginliğim. Nedeni doğduğum ve doğduğum yer. Bir de değişmeyen panayırı. Sıcacık bir bakış, gülüş ve selam yeter de artar bana.
“İnsanlar doğduğu yer değil, doyduğu yerde yaşarlar.” Ama doğduğu yerden de asla vazgeçemezler. Anne, baba ve büyüklerinin kendilerine bıraktığı emanetleri hayatta olmasalar bile yaşatmaya çalışırlar. Tıpkı benim gibi.
Her gününüzün panayır tadında ve güzelliğinde olması dileğiyle sevgi ve saygılar…
14.10.2014
Ayşe Gülten KIRICI