KÖY KOKAN KÜÇÜK KASABAM
Babam yeni almıştı fitilli pantolonumu. Yeniden yıkadı annem. Yatağımın altına koydum ütülensin diye. Kömürlü ütümüz bile yoktu. Gömleğim ıslak asılmıştı, kırışıklığı gitsin diye .Heyecanla karışık korku sardı inceden inceye. Ayakkabılarım Ankara lastiğindendi. Olsun dedi babam. Olsun varsın dedim, bende. Erkenden annem dayım gile gidip büyük oğlunun iskarpin ayakkabılarını almıştı ödünç. Yüzüm kızarmıştı. Arkadaşlarımın iskarpin ayakkabımın olmadığını biliyorlardı. Göz ucuyla bakıp alay edeceklerini sanmıştım. Hiçte sandığım gibi olmadı, ertesi günü.
Her şeyimiz hazırdı. İşe giderken babam anneme para bırakmıştı bana. Azımsadım parayı. Aldım ama. Okulun bahçesinde toplandık. Öğretmenlerimizde hazırdılar. Üstü çadırla örtülmüş kamyon geldi. Sıralar filan konuldu koltuk niyetine. Sınıf sınıf guruplara ayrılmıştık zaten. Sandalyeyi basamak yapıp bindik kamyona. Az sonra da yolculuğumuz başlayacaktı. Bende/bizde ki; heyecanı görmek lazımdı. Koltuk niyetine konulan sıralara geçip oturduk.
Okulumuzda arkadaşlarımızın katkılarıyla gerçekleşen piyesten, bir miktar para artmış, mükafatlandırılmak için Akçakoca’ya gezi düzenlenmişti. Gerçekten de piyes çok beğeni toplamıştı. Şarkılar, özellikle yöresel türküler eşliğinde ki yolculuğumuzun nasıl geçtiğini hatırlamıyorum.
Akçakoca’yı gördük uzaktan. Uçsuz, bucaksız çayırlıkların olduğunu fark ettim. İnek, koyun ve keçilerimizin çok rahat yaşayabileceğini düşündüm Akçakoca’da. Otlamaları için imkan çok genişti, gördüklerim. Görünenin deniz olduğunu söyleyince öğretmenim. İçimden düşündüğüm için pek bozulmadım. Denizdi, denizmiş ne bileyim, deniz olduğunu.
Önceden, okullar arası iletişim sayesinde, her öğrenci birimizi misafir edecekmiş. Salih arkadaşımda beni misafir etti, kura usulü yapılan çekilişle. Beyaz boyalı, iki katlı evlerine gittik önce. Evin alt katında lokanta vardı. üst katta, her odası ayrı renkle badanalanmış odaları gezdirip, sarı renge boyanmış odamı gösterdiler.” Odan “ dedi Salih’in annesi. Anlayamadım önce. Bırakın beni ailemdeki, hiç birimizin kendine ait odası olamadı ki; Öğleyin gezmeyle geçti. Denize alıştırdık kendimizi. Yıllardır denizi, denizde bizi görmüşçesine bakıştık. Akşam ayrıldık arkadaşlardan. Salih beni, diğer arkadaşlarımı da ötekiler aldılar. Kaybolduk gözden. Lokantada yemek yiyecektik. Buz tutmuş dolabı ilk kez görüyordum. Utancımdan soramadım, bu nedir? Balık geldi önüme önce ,sonra salata….
Sabah kalktığımda bir sürü sesle uyandım anlamsız. Martılarmış. Görmedim, bilmiyordum, duymamıştım da. Kahvaltı için mutfağa geçtik. Masaya oturduk önce. her birimizin önüne tabak, çatal ve bıçak konulmuştu. Gözlerimin büyüdüğünü fark ettim. Tabak, çatal anladım da bıçak niye ki; Kısa, benim için uzun olan gözlemlerimle kahvaltımızı yaptık…
Dışarıya çıktığımızda arkadaşlarımın toplandığını gördüm. Özlemiştim onları. Salih’i yalnız bıraktım bir an, koştum yanlarına. Onların gözlerinden de özlem okunuyordu. Meğer ne çok özlemiştik birbirimizi. Epey konuştuk sınırlı vakitte. Kısa, hızlı bir tur daha attık Akçakoca’da. Köy kokan kasabamıza dönmek için can atarcasına bindik kamyonumuza şaşkın bakışlar içinde. Ben Salih ile , diğerleri ötekilerle vedalaştık ….
Ne şarkılardan ne de yöresel türkülerden dem vurmadan yol aldık, sessizliğe sığınarak
Eğitimde başarılıydık. kitaplardaki bilgileri depolamıştık beynimize. Yeri geldikçe kullanamadık, sahip olduğumuz bilgileri. Medeniyetin hüküm sürdüğü alanlarda, kendimizi yapayalnız hissettik. Köy görünümlü kasabamız bizi öylece kabul etti, bağrına bastı, değişmeyen kimliğimizle. Yenilenmeyen bilgilerin hükmü çabuk bitiyor. Bunu anladım. Kendini gün be gün yeni bilgilerle donatmayan öğretmenlerinde, ürünleri çabuk çürüyor.
Günün koşullarına göre düzenlenmeyen eğitim anlayışı , çağdaş eğitim sistemi içinde yer almamalıdır.
Hoşça Kalın, Eğitimde Geri Kalmayın……!
İsmail ALTOK
OKURKEN GEÇMİŞE GİDİŞ