ATATÜRK ve DİN (Aklımızı Başımıza Almak)
Bazı saldırılar, Atatürk’e duyulan bir tepkinin sonucu ise, yine cehaletin ve bilgisizliğin rolü vardır. Onlar, Atatürk konusunda samimi bir bilgilendirmeye muhtaçtırlar… Atatürk, Allah’ına inanan, dini İslâm’a saygılı, din gerçeğini kavramış bir insandır. Bugün Anadolu’da camilerin ve minarelerin varlığını korumasının, binlerce yenisinin yapılmasının, ezan’ın göklere yükselişinin, (kefeninin üstüne peygamber hırkası tozu serptirmeyi düşünüp de, âlim ve cahil herkes için gönderilen Allah’ın kutsal kitabı Kuran’ı, halkının kendi ana dilinde de okuyup anlamasını sağlamayı düşünememiş bazı Selçuklu ve Osmanlı yöneticilerinin aksine), büyük din bilgini Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran’ın Türkçeye tercümesini yaptırmış olmanın onurlu sahibidir. Keza Kuran’ın, ona Türkçe tefsirini (yorumunu) yazdırmış, Peygamberimizin hadislerini de Türkçeye çevirtmiş, 10.000 adet Türkçe Tercümeli ve Açıklamalı Kuran’ı halk’a ücretsiz dağıtmış, imanını pek çok kez açığa vurmuş ve İslâm dinini övüp yüceltmiştir. Cumhuriyet’in din kurumlarından Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurmuş, Tevhidi Tedrisat (birleştirilmiş eğitim öğretim) içinde İmam-Hatip Okulu ve İlâhiyat Fakültelerinin açılmasını sağlamıştır… Unutulmasın ki Atatürk, çağının Alman Hitler, İtalyan Mussolini ve İspanyol Franko faşizmini; Rus Marx, Lenin, Stalin veya Çin Mao komünizmini de tercih ederek; camileri kapattırır, yıktırır, dini ve imanı da yasaklayabilirdi. O eğer dinsiz olsaydı.
Görülüyorki Atatürk, “İnançlara saygılı laiklik” ten yanadır. Halkının çoğunluğunun ve kendisinin Müslüman olması nedeniyle de, İslâm dinine ayrıca saygılıdır. İşimize gelsin gelmesin, gerçek budur. Ona şükran borçluyuz. Hem ülkemiz ve bağımsızlığımız, hem de dini inancımız için. Gerçek vicdan ve iman sahiplerinin başka türlü düşünmeleri mümkün değildir.
İman vefa da gerektirir.
Geçmişte şöyle olmuştu, böyle olmuştu. Şöyle olacaktı, böyle olacaktı… Onlar artık geçmişte kalmıştır. Onlar işin teferruatıdır, öz budur. Öz doğru olduğuna göre, teferruata göre karar vermek yanlıştır. Geçmişte gönlünde Hitler veya Stalin özlemini yaşatmış olanlar bulunabilir. Şekil değiştirmiş olarak bugün de mevcut olabilirler. Olanlar tarihe mal olmuştur. Bugün adam gibi oturup, süregelen yanlışları düzeltmek bize düşer. Birbirimize düşerek, onun son anda bize kazandırdığı bu toprağı, bu bayrağı ve bu dini elimizden kaptırmayalım. Yoksa yarın düşmanın da ilk yapacağı, bu değerlerimizi yıkmak; bizi vatansız, bayraksız ve imansız koymaktır. Aklımızı başımıza alalım!
Unutulmasınki Atatürk’ün içinden geldiği kültürün bir ayağı, Mevlâna’nın da içinden geldiği insancıl ve hak kültürdür.
Halil İbrahim YAMAN
Sevgi Devleti. Sayfa 94-96
Bu yazıyı okumakta yarar var saygilarimla.Can Dündarin yazisidir.
Ben pek dindar bir insan değilim… Ama dinine bağlı bir aileden geliyo rum. Anneannem başını örter. Rama zanlarda oruç tutulur. Kandillerde “mübarek olsun” denir.
Yıllar yılı ben okula giderken üç kulhuvalahu bir elhamla, anamın soluğu arkamdan geldi. Ba şımdan aşağı nice kurşunlar döküldü.
Ama yeri gelince evde içki de içildi, sigara da… Saza da gidildi, baleye de… Tipik bir Türk ailesi işte… Ama söylemek istediğim şey, bu tipikliğin nasıl da hoş bir toplumsal ahenk yarattığı değil.
Tersine, dikkat çekmek istediğim şey; bu tür, din sohbetlerinin hep böyle bir “canım biz de müslüman evladıyız” nakaratıyla başlaması…
Son dönem tartışmalarında bu kısa girizgahı genellikle bir “ama…”bağ lacı izliyor ve ardından la ikliğin erdemi üzerine uzun uzadıya vaazlar veri liyor.
Amaç belki, hem müs lüman, hem laik olunabi leceğini kanıtlamak, ama ben artık bu söylemi terketmek gerektiğine inanı yorum.
* * *
Neden mi?
Bu yaklaşım, tartışmayı “tartışmanın yasak oldu ğu” bir alana çekiyor da ondan…
Askerde “talim saatleri nin namaz saatlerine göre ayarlanmasını” isteyen bir gruba bizim komutan “evladım, ben de müslümanım. Talim yüzünden namazı kaçırırsam, kaza kılıyorum” demiş ve onları kazandığını sanmıştı. Oysa “bazı namazların kazasının olmayacağı” ya nıtıyla karşılaştı.
Bu durumda “neden olamazmış” diyemezsiniz. Lafa “müslümanım” diye girdiyseniz geri de dö nemezsiniz. Biraz zorlanırsınız.
Nitekim öyle de oluyor.
Ayet tartışmasına girenler sonunda “İslama gö re kadınların başını örtmek zorunda olduğunu” kabul ediyorlar. “Din ayrı siyaset ayrı” diyenler, İslamın hiç de öyle bir din olmadığını çok geçme den anlıyorlar.
İş, laikler için tam bir kördüğüme dönüşüyor.
* * *
Her tartışmada “aile albümü”müzü açarak ken di yaşam tarzımızı da gereksiz bir tartışmaya açmış oluyoruz: “Peki anneannemiz örtünüyorsa, biz neden örtünmüyoruz?”, “hem namaz kılıp, hem yılbaşında içki içmek, gerçekten İslama uy gun mu?” derken sohbet otomatikman, sizi bir “din tartişmasının” içine çekiyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, İslam pek tartışmayı sevmez. Bazı mukaddes kavramları tartışmaya açanların başına gelenler ortada…
Buradan itibaren ikinci yanılgı başlıyor:
Yine lafı laikliğe getirmeye çalışan birileri he men İslamm nasıl bir “hoşgörü dini” olduğunu anlatmaya girişiyor. Tabii tartışmaya açılmayan birşeyin neyi, nasıl hoşgördüğü sorulamıyor.
Kimse kusura bakmasın (yakmasın mı deseydim) ama ne zaman bu hoşgörü meselesi açılsa benim burnuma Sivas dolaylarından yanık koku su geliyor. “Dinimiz hoşgörü dini” diyenleri de, bozuk para ve kırık sandalye yağmuru altında, Si vas sanıklarına “iyi haliniz görüldü, cezanız indi rildi” diyen mahkeme heyetine benzetiyorum.
* * *
Ayılalım artık.
Nasıl iyi müslümanlar olduğumuzu anlatmaya çalışarak laiklik savunusu yapamayız.
O devir geçti. Yıl boyu içki içip, Ramazan’da oruç tutanlar eski bir nesildi ve şimdi maalesef tarih oluyorlar.
“Yeni İslam”, herkesi tercihe zorluyor:
“Ya klübün kurallarıyla oyna, ya vazgeç…”
“Müslümanım diyorsan örtünmelisin”. “Tanrı ya inanıyorsan, içmemelisin”. “İslama inanıyor san, şeriat için savaşmalısın”.
Çünkü kitap öyle yazıyor.
Kitaba inananların bunları savunmalarında bir tutarsızlık yok. Bana tutarsız gelen, lafa “biz de müslümanız ama” diye başlayan bazı laiklerin ayet tartışmalarıyla aksini ispatlama çabası…
Ben bu anlamda ateistleri çok daha tutarlı ve samimi buluyorum. Çünkü İslama bağlanıp, şeri atı reddetmek bana “ya İslamı bilmemek, ya da samimi olmamak” gibi geliyor.
Şimdi bir de “nüfusunun yüzde 99’u müslüman olan Türkiye..” girizgahı moda oldu. Düşünün ki o yüzde 99’un içinde Aziz Nesin de var, Ataist dergi çıkaranlar da… Peki içki içen müslüman sayılmıyorsa, bu oran yüzde 80 oranında azalmaz mı? Bu oran tartışması hangimizi nereye götüre bilir?
* * *
Gelelim “Laik yanılgı”ların sonuncusuna:
Son zamanlarda “Atatürk’ün de iyi bir müslüman olduğunu” anlatan nutuklar türedi.
Yapmayın Dostlar;
Bu yolla Atatürk’ü Refah’a sevdiremeyeceğiniz gibi, halka da yanlış tanıtmış olursunuz.
Benim önerim şu:
Herkes anneannesinin nasıl giyindiği bilgisini kendine saklasın. Kenan Evren, Kur’an’dan ayet ler okumayı seviyorsa kürsüde değil, evinde okusun. Tansu Çiller, ezan sesi seviyorsa yalısının bahçesine camii yaptırsın. Ama kimse laiklik adına bize dini masallar anlatmasın.
Göze alabiliyorsanız, O’nun Kazım Karabekir’e dediğini ortaokul din kitaplarına koyalım.
Bir ingiliz yazara söylediği sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın girişine asalım.
“Anneannem müslümandı”, “Atatürk dindar dı”, “İslam toleranslıydı” söylemlerini değiştirmenin zamanı gelmedi mi?
Can Dündar