HER YERDE KAR VARDI, BABAM AYAKTAYDI ! 08.02.2015
Tek odalı evimizde çul ile beslenmiş yatağımızdaydık. Uyuyorduk. Öteki odalar işlenmemişti . Zaman ve maddi olanaklar el vermemişti, babama. Ormanda işçiydi babam. Hafta sonları ve çalışma saatleri dışında da çiftçi .Sürekli çalışırdı. Uyandırmaya kıyamadığı halde uyandırmıştı , beni. “hadi oğlum uyan.” Dedi. Sabah ezanları okunduğu kulağıma çalmıştı.Sevgi dolu bakışları kucaklamıştı çoktan. Odun sobası yanıyordu, kızarmıştı eli yüzü .benimle konuşurken sobanın üzerindeki tencereyi tahta kaşıkla karıştırıyordu. Kokusundan ; tereyağlı tarhana çorbası olduğunu anlamıştım.Elimi yüzümü yıkamış giyinmiştim.Hasta ve zayıf koyun ve keçilere “ot” vermekten gelen annem açtı kapıyı. “Çok soğuk.” Dedi.Konuşmadan çorba yemeye davet etti annemi,babam.
Mehmet ile akşam yemeğimizi aldığımız gibi yola koyulduk.Uludere’ye kuşbakışı bakan yerdeydi “sayvanımız” . Önce köpekler hoş geldiniz der gibiydiler. Saçı sakalı karışmış,kasketi yan yatmış vaziyette “Ali çoban” gördü. Tuhaf bir yüzle karşıladı bizi.” Bu karda kışta sizi Mustafa ağbi mi gönderdi? “ Mustafa ağbi “ dediği babamdı. Güldüsinsice. “Her yanı kurt , çakal ve ayılar sarmış , kol geziyorlar ne cesaret… çık..çııkk” Dedi. Kar da altıgenler halinde birbirine benzemeyen biçimde habire yağıyordu. Kurt, çakal ve ayı sözlerini duyunca ürperdim, korktum. Mehmet korkmadım dese de oda korkmuş olmalıydı. İzinli Ali Çoban, heybesini sırtlandığı gibi arkasına bakmadan çekip gitti.
İçerde ocakbaşın da bir iki şey yedik. Önceden gördüklerimizin aynısını yapacaktık. Ağılın kapısını açıp koyun ve keçileri dışarıya çıkardık. “yolaklar” kapanmamıştı.koyunların başında koçlar , keçilerin başında tekeler olmak üzere ağır ağır ilerliyorduk. Uludere’ye inip hem su içirip hem de meşelerin altındaki yeşillikleri kemirtecektik. Köpeklerin sesi hiç susmuyordu. Belli ki; birileri tarafından takip ediliyorduk. Köpeklerimiz sürünün etrafında dört dönüyorlardı, inatla. Koyun ve keçilerin fazla açılmasını istemiyor halleri üzerlerindeydi. Öğleye doğru Mehmet ateş yakmış, ekmeklerimizi ısıtmış, tereyağlamıştı. Islıkla çağırdı beni yanına. Köpeklerde geldiler o an.Hava soğuk olmasına rağmen dilleri iki karış dışarıdaydı. Biz sürüye sürede bize çabuk alıştık. Köpeklerimizde. Geldiğimiz yoldan geri dönmeye niyetlendik. Çok kar yağıyordu. Ara ara yolaklar kapansa da teke ve koçlar şaşırmadan yola devam edebildiler. Sürüdeki hayvanlar tok olmadıkları için ağır yürüyor, yürürken itekleniyormuşçasına sallanıyorlardı.
Sayvana geldiğimizde gözlerimize inanamadık. Amcam, dedem, yengem, annem kim varsa hepsi oradaydı bizden önce.”pür” çam ağaç dalları ve meşe dalları götürmüşlerdi sürüye. Çam ağaçlarına zarar vermeden kesilse de “pürler” Ormancılarla kovalamaca oynanırdı, çoğu kez.Sürüde açlığın ve tokluğun sesi karışmıştı . o sesi tarif etmek mümkün değildi. Tarif edilemeyen bu sese büyüklerimizde eşlik ederek neşeli ortam yaratmıştık.Babam da geldi sırtında “pür” dengiyle. Sordu tek tek ; ne yaptığımızı . Anlattık. Başımızı okşadı çam kokulu elleriyle. “Bu kar bizi zorluyor. Hayvanlar aç. Eehh insanlarda tok değil ya..!” sessizce dedem ile dertleştiğini duydum. İçim cızzz etti.Yarında biz buradaymışız . Dedi Mehmet. “Olsun. “ dedim. “Öbür gün okul var nasıl olsa”.
Ertesi gün “Pazardı” Kapıları açtık. Teke ve koçların önderliğinde, ezberlenen fakat kar tarafından kapanan yolaktan Uludere’ye indik.Dere buz tutmuştu. Taş ve değneklerimizde buzları kırdık. Köpekler hiç susmamıştı yine.Sürü iştahsızca sularını içti. Başını sallarcasına ot aramaktaydılar. Bulduklarını bile paylaşıyorlardı. Köpeklerimiz hışımla sayvana doğru koştular. Sesleri her zamankinden daha karışık, boğuk ve can pazarı yaşanırcasınaydı. Döndüler. Gözleri çakmak çakmaktı. Zafer kazandıklarını duyururcasına baktılar bize. Ödüllerini istiyorlardı .Yanımıza gelip sürtündüler. Başlarını okşamak onlar için ödüllerin en değerlisiydi sanki.Uysallaştılar. rahatlamışlardı. Dönmeye karar verdiğimizde, köpeklerimiz niyetsizce kalktılar ayağa. Derin derin gerindiler. Havlama seslerinden hiç biri yoktu. Sayvana yaklaştığımızda kan izleri gördüm. Tepeleri aşıyordu kan izleri.
Ali çoban akşama doğru gülerek geldi yanımıza. Köpekler pek sakindi. “Kurt ölüsü gördüm yukarda” dedi. Köpekleri eliyle işaret ederek “Benim aslanlarım , biraz daha buralara epey zaman yaklaşamazlar” dedi. Karda kışta yaşamak zordu . Anladım. Yaşamak için “canını” hiçe sayan kurt bir an gözlerimin önündeydi . Yaşatmak içinde köpek.
Ali çoban ; gariban birisiydi. O bizi bizde onu sevdik .Sakindi. Birkaç hafta geldik yine Mehmet İle sayvana , geceleri üşüyüp birbirimize sıkı sıkı sarılsak ta. Mehmet amcamın oğluydu.Aynı yaş ve kaderi paylaşıyorduk.
Babamı ,öğretmenim çağırmıştı okula. Geldi babam. Selda öğretmenimle ne konuştu bilmiyorum. Bir daha beni sayvana hiç göndermedi. Hep kendisi gitti. Bana ; sen derslerine çalış derdi. Sonradan öğrendim; Selda öğretmenim¸” Mustafa ağbi siz çocuğu hiç mi yıkamıyorsunuz? Keçi keçi, koyun koyun kokuyor. Hem dersleri de bu sıra iyi değil. Ödevlerini de yapmıyor.” “Utandım.Yerin yedi kat derinliğine girseydim keşke”. Diyerek anneme yakınmıştı. “Evimizin her işini yapıyorum .Sayvana da giderim.” Annem de“ Duygusallaşarak ;üzülme bey..! sen olmazsan biz ne yaparız ?” Dediğinde; “Karda kışta yaşamanın zorluklarını veren Allah ! Elbette çaresini de verir. Yazında suyumuz bol, ürünümüz çoğolur”. Diyerek annemi de babam teselli etmişti.Babam çalışan.Annemde umudun simgesi.
Kar’ın yağışını penceremden seyrederken; Kar’ın Dünyamızda ki;kara düşünceleri aklamasını, kötülükleri,açlık ve sefalati,savaşları ortadan kaldırarak bembeyaz kalıcı bir dünya bırakmasını ve baharı da çiçeklerle donatmasını diliyordum…!
Hoşça Kalın..! Duygularınız ve siz kar kadar beyaz kalın !
İsmail ALTOK
Kalemine yüreğine sağlık ,