İÇİMDEKİ ÇOCUK
Merhaba sevgili okurlarım. Mutlu olmak hepimizin umudu yaşadığımız süre içinde. Ağaçların bahar açtığı şu günlerde içimdeki çocuk çıkıverdi birden ortaya. Bir tebessümüyle bakın neler dedi..
Mutluluk nedir sizce. Bir kelebeğin uçuşu, havada uçan kuşlar, gökyüzündeki yıldızlar ve mehtap, bir tebessüm, çiçekler, böcekler değil midir! Ya da arının çiçeğe dokunuşu, gülün bülbüle söylediği şarkılarda mı aramak gerekir mutluluğu. Mutluluk insanın içindedir bence. Özünde, çocukluğundadır. İçindeki çocuğu yaşatabilirsen, mutluluktan uçarsın kanatlarınla. Bakışlarınla ifade edersin karşındakine. Onu yüreğinden çıkardıysan eğer, işte o zaman koşar durursun mutluluğun peşinden. Veya yanından teğet geçersin anlamadan.
Aslında mutsuz olmak için çok nedenim vardı benim de. Küçük bir kasabada yaşıyorduk. Fakir de sayılırdık ailecek. Ailem hiç yakınmadı bu durumdan. Aksine en kötü bir durumu nasıl iyiliğe dönüştürebiliriz diye düşünürlerdi hep.
Dokuz yaşımda babam hastalandı. Kangrenden bacağını kestiler. On bir yaşımda babamı kaybettim. Bir anne, iki kız kenetlendik birbirimize. Destek olduk. Yeri geldi üzüldük, ağladık. Yeri geldi güldük, neşelendik. Ama mutsuzluğu hiç yaşamadık.
Annemin elinden dikiş gelirdi. Kızılay’ın verdiği kıyafetleri bozarak, bize yeni elbiseler dikerdi. Defile yapardık ablamla. Gülerdik aynanın karşısında. Arkadaşlarım güzel elbiseler giyerdi. Özenirdim bazen onlara. Ama benim kıyafetlerim daha güzeldi. Çünkü annemin emeği vardı içinde. Annem mutluluktan ağlardı.
Şemsiye şeklindeki çikolataları çok severdim küçükken. Ödül olarak aldığımda çok sevinir, mutlu olurdum. Yıllar sonra ben de öğrencilerime dağıtmaya devam ettim.
Bir kedimiz vardı karbeyaz. Tüyleri pamuk gibiydi kabarık. Pamuk adını daha çok yakıştırdık. Pamuk bizimle büyüdü. O da mutluydu biz mutlu olduğumuz için. Yavruladığı zaman, ahşap bina olarak inşa edilmiş evimizdeki sedirin altında, küçük bir sandık içine koymuştuk onu. Yavrularına nasıl baktığını gözledik. Onların beslenmesine yardımcı olduk. Kucağımıza atlayışlarında yine çok mutlu olduk.
Eskiden çocukluğumuzu yaşardık doyasıya. Kahkalarımız çınlatırdı sokakları. Bu kadar çok bina yoktu. Her yer yeşillik, her yer oyun alanıydı. İp atlarken, top atlarken, saklambaç ve körebe oynarken mutluyduk. Saklanmazdık dört duvar arasına. Şimdi alışveriş merkezlerine gidiyor çocuklar eğlenmek için. Elektrikli oyuncakların gürültüsünden kendi kahkaha seslerini duyamıyorlar yazık ki!
Mağazalar bin bir çeşit kıyafet ve oyuncak dolu. Elbiseler ve oyuncaklar sığmıyor evdeki dolaplara. Eskimeden yenisi alınıyor. Nasıl mutlu olunacak? İsteklerinin sonu yok. Olanaklar da bol belki kredi kartlarıyla. Ama emek yok. Emek olmayınca mutluluk da yok.
Ben hiç kredi kartı kullanmadım. Hâlâ da kullanmıyorum. Belki geri kafalıyım biraz bu yüzden. Kredi kartı kullanırsam eğer, istediğim pek çok şeye aynı anda hemen sahip olacağım gibime geliyor. Beklemeyi, sabretme duygumu kaybedeceğim kanısına kapılıp, heyecanım ve mutluluğum kaybolacak diye korkuyorum. Belki de bu yüzden, sabırsız ve tahammülsüz kişiler çok bu günlerde.
İnternet mi vardı biz çocukken. İnsanlar konuşuken birbirinin yüzüne bakar, mimiklerini görürdü. Anlardı karşısındaki insanın derdini sıkıntısını. Şimdiyse ellerine sakız gibi yapışmış bir telefon. Akılıymış meğer. Varsa tık tık. Yoksa tık tık. Dokun tık tık.
En güzel kokudur torunun kokusu. Buram buram süt kokar terlese bile. Yasemin, gül, zambak kokularının hepsini toplamış, kokladığınızda sunar size yudum yudum. Ben nasıl mutlu olmayayım! Bir nesil devam edecek onunla biliyorum. Bense küçülüp çocuk olacağım yine. Çocuklaşacağım belki de.
Eski evimizin mahallesinde, yaşlı bir komşu ninemiz vardı. Zaman zaman bize masallar anlatırdı. Gün gelecek odanın içinde ateş yanacak, ama kimse etkilenmeyecek. Gün gelecek evlerin içinde resimler hareket edecek, resimlere bakanlar büyülenecek. Büyüyünce tanıştık onlarla. Anladınız değil mi? Biri evlerde yanan soba ya da kalorifer, diğeriyse televizyon. Ben bu yüzden çok şanslıydım diyorum size! Daha az karmaşıktı yaşantımız.
Eski evimizdeki ocakta, ateş yanardı odunların çıtırtısıyla. Ellerimi uzatır, ısınmaya çalışırdım. Yüzüm yanardı sıcaktan, yanaklarım kızarırdı ateşin dansını seyrederken. Mutlu olurdum nedensiz. Ama masal ninem, bana bilgisayarlardan hiç söz etmedi! İlerde hatırlayıp, mutsuz olmamdan korktu belki de.
Annemi gördüm düşümde dün gece yine. Her zamanki gibi kanatları vardı. Kanatlanıp giderken bile, bana öğütler vermişti mutlu olmam için!
“Sakın kardeş kavgası yapmayın! Bir olun, birlik olup yardım edin birbirinize!” dedi. Yıllardır tutuyoruz o sözü ablamla.
“Gördün mü anne? Gördün mü?” dedim ona. “Göğe yükselen gökdelenleri gördün mü? Ben gökyüzünü göremiyorum artık. Uçurttuğum uçurtmalar onlara takılıyor. Sahi, sen takılmadan nasıl geldin yanıma? Bulutlardan mı geçtin? Ama bulutlar da yok olmuş! Mutlu olduğumuzda nasıl kanatlanıp uçaçağız?”
Gülümsedi annem bana. Çukur yanakları daha bir güzelleşti. “Hepsi cennette!” dedi. Sonra kanatlarını açıp, bal peteği görünümüne büründü, kayboldu.
Ben hiç mutsuz olmadım ki! Meslek sahibi olunca, çare aradım kuzucuklarımın mutsuzluklarına. Yeri geldi anneleri yerine koydular beni. Yeri geldi ablaları oldum. Hatta yaş ilerleyince biraz, anneanne-babaanne bile oldum. Ama hep mutluydum. Çünkü gülen gözler vardı karşımda sıcacık. Bakışlarıyla ısındım. Ben hep çocuk kaldım anlayacağınız.
Ben mutsuz olmayı da bilmem ki! Mutluluk saçmaya çalıştım yıllarca çevremdeki insanlara. Mutluluğu öğretmeye çalıştım. Ama mutluluk öğrenilmez değil mi! Mutluluk hissedilir. İçinden gelmelidir insanın. Taaa çocukluk yıllarından.
Her şey gönlünüzce olsun. Hoşça kalın. Selam, sevgi ve saygılarımla.
Ayşe Gülten KIRICI
mutluluk; gözümüzün alabildiğince görebildiği güzelliklerdir.öğretmenim kalemine sağlık !