KURAN, ANLAŞILMAK ZORUNDADIR – 3
Sırf duyulan heyecandan ibaret, anlamsız ve bilgilenmesiz bir dinin, kime, ne faydası olabilir? Sırf müziksel duyum, doyum, ahenk ve heyecandan, geride ne kalır? O halde Kuran’ı bana, benim anlayabileceğim dilde, en ciddi, kesin ve kararlı hitap tarzı içinde, Kuran’ın deyimiyle “tane tane” vermek; beni, onu anlayarak, kavrayarak dinlemeye, üzerinde düşünmeye ve onun istediği gibi yaşamaya davet etmek zorundasınız! Herhalde Allah (c.c) ve meleği Cebrail, Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve diğer peygamberlere, anlamadıkları dillerde hitap etmediler.
“ Biz Kuran’ı, sırf kendisiyle Allah’a karşı gelmekten sakınanları müjdeleyesin ve inatçı topluluğu da uyarasın diye, senin dilinde indirerek kolaylaştırdık…” (Meryem 97)
“ Eğer onu yabancı dilde bir Kuran yapsaydık, “ayetleri açıklansaydı ya, Arap’a acemce ( yabancı dilde) bir Kuran olur mu? “ diyeceklerdi…” (Fussilet 44)
Keza peygamberler de insanlara, anlamadıkları dillerde hitap etmediler. Allah onlardan, tüm insanlara yalnız bir tek dille seslenmelerini de istemedi. Keza Dünya’daki bütün insanlardan, kendilerini yalnız o bir tek dille anlamalarını beklemedi. Böyle bir yol yordam ve zorunluluk getirmedi. Hitaplar, peygamberlerin ve içinde yaşadıkları toplumların dilinde oldu. Yaratılışın, aklın, mantığın ve vicdanın gereği buydu. Yine Allah ve meleği, peygamberlere hitabını, makamlı tarzda yapmamıştır sanıyorum. Kuran, yerine göre makamlı da okunacak, fakat asıl anlam ağırlıklı olacaktır. Kuran’ın bu okunuş tarzını da, insanlar mutlaka sonradan, sırf duygu ve heyecana önem vererek uygular olmuşlardır. Kuran’ın makamla okunuşu güzeldir. Fakat ondan, makamsal heyecandan başka bir şey alınmaması güzel değildir. Her Kuran okunuşunda, her zaman ve her yerde, peşinden mutlaka ciddiyetle anlamı verilmelidir.
Bence, herşey Allah’a layık biçimde olmalıdır. Herşey, O’na layık biçimde anlatılmalı, anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Bizim O’na layık olabilmemizin tek doğru yolu budur.Benim düşüncelerim, sadece bu amaca yöneliktir… Kimseyi memnun etmek ya da küstürmek gibi bir niyetim yoktur. Düşüncelerimden memnun olanlar da, olmayanlar da, çok iyi düşünmek zorundadırlar.
Bütün bunları bu şekilde düşünürken tek umudum ve güvencem, Allah’ın da böyle düşünüyor, istiyor ve bekliyor olmasına olan inancımdır… Ben, Allah’ın ve Kuran’ın iradesine aykırı bir söz söylemekten ve aykırı bir tavır sergilemekten, insanları yanlış bir yola sevk etmekten korkarım! Çünkü ben, kendisine karşı sorumlu olduğum Allah’ıma, O’na karşı olan sorumluluğumun ve hesabımın sonsuzluğuna, Din Günü’ndeki sorumluluğuma ve hesabıma, O’ndan kaçış ve kurtuluş olmayacağına inanıyorum… O nedenle yanlış yapmaktan korkarım! O’nun son Peygamberi, “ Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” demiştir. Dememiş olsa idi bile, akıllı, düşünen varlıklar olarak, biz inandığımız doğruları söylemek zorundayız! Artık peygamber gelmeyeceğine göre bu işlevi, insan aklı, vicdanı ve düşüncesi yerine getirecektir. Doğru aklın ve doğru düşüncenin ise, ırkı, milleti, dini, mezhebi ve cinsiyeti yoktur. Fakat mutlaka herkesin kendi aklı da vardır ve herkes kendi sorumluluğunu taşır. Tutulan ışık, geçici bir aydınlatmadır. Sürekli ve kalıcı olan ışığını, herkes kendisi yakar. İlâhi ve toplumsal sorumluluğunu unutmadan. Sevap dahi bu yoldadır.
Hani belki o zaman insanlar, diğer insanlara, hatta Allah’a, dolayısıyla kendilerine, düşüncesizce vere gelmekte oldukları maddi ve manevi zararları, birazcık olsun fark edebilirler.
“ Sana düşen sadece tebliğ etmek, bize düşen de hesap görmektir.” (Kuran Ra’d 40)
Halil İbrahim YAMAN
Çiçeklerin Tanrısı, Bizim Tanrımız. Sayfa 161-163
öyle güzel öyle doyurucu yazılar yazıyorsunuz ki. Size teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.