SEVGİYLE YOĞURULMUŞ HAYATLAR
(Elif Anne) 08.05.2015
Annesi çeltik tarlasına gidince yükü ağırlaşırdı, Elif’in. Kendinden küçük iki kardeşi vardı. Deyim yerindeyse “yedirir içirirdi” onları. Ev işlerini de yapardı elbette. Yemek yapar, çamaşır yıkardı annesi gelinceye kadar. Babası pek ilgilenmezdi çocuklarıyla. Akşam olunca doğru yatağına gider kıvrılıp yatardı. Bağlarında elma, armut, üzüm yetiştirirlerdi. Çeltik tarlaları da vardı. Annesi işleri paylaşmıştı sanki babasıyla. Birbirlerinin işlerine karışmaz, yardımlaşmazlardı da.
Büyüyordu Elif her genç kız gibi. Güzeldi, alımlıydı, becerikliydi. Köyün delikanlılarının gözdesi olmuştu kısa zamanda. Hayat her zamankinden daha acımasızca devam ediyordu.
Akşam çeşme başında hiç görmediği delikanlıyı gördü. Ayakları başta olmak üzere her yanını titreten bu delikanlı kimdi?
Derken… O delikanlıyı tekrar gördü, muhtarın evinden çıkarken. İçi yine cız etti. O’nun da kendine hasretle baktığını gördü. Göz kırptı sanki, aşklarına. İş arama bahanesiyle epey gelip gitti delikanlı Elifgilin köyüne.
Kan ter içinde çeşmeye gelen Ali, Elif’in elini tutma cesaretini gösterdi. Suyunu içti kana kana Ali. “Kaçalım” diyebildi kısık cesur sesiyle. Olur dediğini bu gün bile hatırlamıyordu.
Annesi ile babası işe gidince, kardeşleri uyuyordu. Köy yerinde hazırladığı “bohça” yı alıp arkasına bakmadan tepeden aştı. İkinci kere Ali’nin elinden tutarak yürüdüler şehre. Sonsuzluğa. Geri dönemeyecekleri bir yoldaydılar artık.
Küçük bir ev buldular. Biraz hazırlıklı olan Ali yatak, kapkacak aldı. Sarıldılar o an birbirlerine. Yürekleri kocaman oldu, küçük ev almıyordu bu iki kocaman yüreği. Ali mevsimine göre odun kırıyor, tırpan çalıyordu durmadan. Elif ehli olduğu tarla taban işlerine gidiyordu. Köy ile alakaları yoktu, olamazdı da artık. Yıllar geçti. Günleri durdurmak mümkün değildi. Çoluk çocuğa karıştılar. İki oğlu, bir kızları vardı.
Elif hamur yoğuruyordu. O gün işe gitmemişti. Neredeyse çocuklar okuldan gelir, diye düşünüyordu. Küçük evlerinin küçük kapısı yıkılırcasına çalmaya başladı. Korku ve kuşku karışığı kalktı kapıyı açtı. Kasabanın fırıncısıydı karşısında ki; Kekeleyerek anlatıyordu, bir şeyler. Arkasından kocası Ali’yi getirdiler. Köye çalışmaya giderken, fazla işçi yüklü minibüsün frenleri tutmamıştı. Sağ ayağı ve kolu kırıktı. Bıraktılar yatağa Ali’yi. Bilmem kaç gün sonra hastaneye gidilip kırık bacağa ve kola platin takılacağını söyleyip gittiler.
Ali hasta yatağında, çocuklar okula gidip geliyor derken…. Elif fırında işe başladı. Fırıncı baba adamdı. Bırakamazdı onları perperişan. Yetiremiyorum diyerek dert yandı fırıncıya Elif. Fırıncı da‘simit sat’ dedi. Fırının epey yakınında simit tezgahında, simit satmaya başladı Çocukları fırında çalışıyor biliyordu annelerini. İşe giden, işçi, memur, köylü simitlerini Elif’ten alır olmuşlardı. İşleri epey iyi idi Elif’in.
Kimsesiz, yaşlı Kezban nineye de bakar olmuştu akşamları. Kezban nine: “çocuklarını al gel beraber yaşayalım işte deli kız.” Derdi de Elif inat ederdi. Ali hala yatalaktı. Erimişti garibim çaresizlikten.
Büyük oğlu doktor olmuş, küçüğü İngilizce öğretmeniydi. Kızı ise hemşireydi. Evlenmişlerdi, onlarda. Elif’in simitçi tezgahı eskimişti. Kezban nine “bırak artık” dediyse bile inat etti, bırakmadı. Yıllar birbirini kovalıyordu.
Simitleri bitirmiş eve yönelmişti. Sonrada Kezban nineye gideceğini hayal ediyordu. Evlerinin küçük kapısına el attı. Kapı açıktı. Ürperdi. Korktu. Birden içeri girme cesareti gösterememiş olsa da girdi. Ali, Ali’si yoktu yatağında. Öğretmen oğlu uzak il de görev yapıyordu. Ya (!) kızı vardı iki sokak ötede. Anneme yakın olsun diye tutmuştu evini yakından. O’na koştu.” Babalarının evde olmadığını, ihtiyaçlarını bile gideremeyen Ali’si nasıl ve nereye gitmiş ya da götürülmüş olabileceğini soracaktı”. Kapıyı çaldı açan olmadı. Defalarca çalmasına rağmen ses yoktu. Yıkkın ve yılgın vaziyette evinin yolunu tuttu. Evine geldi zannetti önce. Perdeleri değişmiş olamazdı. Ya kapı.. Büyümüş müydü ne? Sağında solundaki evler aynı evdi. Ayrılalı çok kısa olmuştu evinden. Değişmiş olamazdı evinin yeri !
Çaldı kapıyı. Bu ev onun eviydi. Birileri şaka yapamazdı. Şakayı kaldıracak hiç mecali de yoktu. Eli düğmeye gitti ister istemez. Zil çalıyordu. Tanımadığı beyaz önlüklü bayan açtı. Karşısında pijamalarıyla gülen Ali’sini gördü gözü. Gözünü alamadı Ali’sinden. Çok şükür Ali’si buradaydı. Odanın içi insan nefesinden buğulanmış gibiydi. Önce doktor oğlunu Fuat’ı gördü. Öğretmen oğlu Zeki’yi. Hemşire kızı Ayşe’yi gözüyle yakaladı. Onlar olmalıydılar. Onlardı elbette.
Doktor Fuat ağlamaklı bir sesle… Babalarını tedavi ettiriyorladı uzun zamandır. Ama Analarına sürpriz olsun diye söyletmediler babalarına. Ayşe’nin yakınından ev aldıklarını, babalarını isteğe bağlı sigorta yaptırıp harçlıklarından bu primleri ödediklerini. Küçükken bize masal diye anlattığın ev ve eşyalarının hazır olduğunu, evin döşendiğini, gelinlerinin katkılarıyla annelerinin bankada azımsanmayacak kadar parası olduğunu…Anlattı.
Gelinleri ile kızı sağındaydılar, oğulları, damadı ise solundan sarmalamışlardı Elif annelerini. Duygu yüklü gönlünü boşalttı ağıtlar yakarak. Dizlerinin bağları çözülmüştü. Oturdu. Ali’sinin resmini çizdi kireç duvara. Yanına da kendisini koydu. Her iki yanda da elleri ellere pençeleşmiş üç kız üç erkek çizdi. Bulutlar az gelirdi artık, göğe yükseldi.
Hoşça Kalın !
Anneler gününü en içten dileklerimle kutluyorum! İsmail ALTOK
Öğretmenim yüreğinize sağlık güzel makele anlatımı teşekkürler sevgi her daim yoldaşınız olsun……