YAŞAR, YAŞARKEN NASIL ÖLDÜ?
Dedem ,uslu Yaşar ile beni heybe gözünde katır sırtına denk yaparak taşırdı, küçükken. Ele avuca sığmazdım ama herkes beni severdi, kalabalık hanemizde. Yaşara uslu derlerdi. İşe yaramaz gözle bakılırdı. İçim acırdı .
Yaşar; göz teması kurmazdı hiç bizimizle. Objelerle ilgilenmez, kendi kendine oynardı alışılmış oyunlarla. Konuşamıyordu henüz. Anlamsız sesler çıkararak ağlar, kızardı. Kendisini ilgilendiren dış olaylara bile, gönül kapısını kapatmıştı. Koku alamadığını ta önceden anlamıştım. Dokunarak hislerini belli etmez/ edemiyordu. Yalnızdı hep. Kimi kimsesi yok sanılırdı. Sevilirdi ailesi tarafından. O farkında değildi bunun. Duygularını dışa vuramıyordu. Sosyal ve duygusal iletişimden ırak yapa yalnızdı…!
Beden dilinden anlamazdı. Ses tonlarını, duygusal sinyalleri, yüz ifadelerini yorumlayamazdı. Yaramazlık yaptığımızın karşılığı; Yaşar’ı örnek göstermekti anamın. O’nun gibi olmamız istenirdi, kendi kendine top yuvarlayan, boş gözlerle bizi süzeni işaret ederek. Ağlamalara, üzülmelere ve sevinçlere kayıtsız, tepkisiz kalıyordu. Kişi zamirlerini karıştırması, konuşurken kelimeleri kendine göre yorumlaması, vurgularda ve ritim bozukluklarının olması; sevimli hale geliyor, güldürüyordu bizi. İletişime muhtaç durumlarda bile, hayret ve sempati gibi duygusal jest, mimikleri kullanmada zorlandığında, pişmanlık yüz ifadesine hiç rastlanmamış, becerememişti de zaten.
Kolunda peydahlanan yaranın iyileşmemesi nedeniyle gidilen sağlık ocağındaki doktorun dikkatini çekmişti. İşlerinin azlığından canı sıkıyor görünümlüydü Dr. Şahin Bey. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle, araştırmaya koyulmuştu çoktan. Doktor arkadaşlarıyla görüşmüş, konu başlıklarını tespit edip, paylaşımını gerçekleşmişti bile. Binlerce kere Yaşar’ın fotoğrafını çekmiş, kısa kısa videolar serisi oluşturmuştu. Saatlerce konuşmaya çalışmıştı, Yaşar ile.
Yüzünde ki; belirsiz bakışların sonucun iyi olmadığının özetiydi. Aile bireylerini toplamıştı. Sır anlatacakmışçasına eğildik yüzüne. “Otizm” dedi. Ebe’min alaylı gülümsemesi yüzüme yansıdı. Tısladım, gülmemek için zor tutarak kendimi.
“ Tedavisi eğitimdir. Bilimsel araştırmalara göre “özel eğitim” şarttır. Haftada en az on iki saatlik “özel” eğitim gerektirir. Otist çocuklar, kendiliğinden öğrenemez, taklit edemezler. İyi bir eğitimle zihinsel yetersizliğin giderilme şansı %50’dir. İş yaşamında ki başarısı “Destek Yaşam Koçlarının” desteği ile geliştirilebilir. Desteğin zamanı ve kalitesi çok önemlidir. Destek eğitimi almayan otistlerin başarı şansı yok denecek kadar azdır.” Arada gözlerimizin içine bakıyor “Kimse duymasın havası veriyordu,” anlattıklarını Ağzının yanlarında biriken beyazlaşmış köpük izlerini avuçlayarak devam ediyor. “Otizm; anne babanın tutumu, sevgi yoksunluğu, sosyal ilişki kurmada korkudan kaynaklandığı sanılmaktaydı. Fakat son araştırmalarda, nedenlerin bunlar olmadığı anlaşılmıştır. “Karobiyolojik bir etiyolojiye sahip olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Otizm görülme sıklığı; doğuştan gelir. Anne karnında tespit edilemez. Ülkemizde yeni doğan bebeklerin %10’u otizmli doğar. Senede ortalama yüz bin çocuk otizm belasının kucağında büyümeyi bekliyor. Her tür ailede görülebilir. Otizm doğumlarda ;erkek bebeklerin oranı kızlara göre dört kat daha fazladır. Bebeklere on iki aydan sonra otizm tanısı konulabiliyor. Yaşar’daki tüm belirtiler otist olduğu yönündedir.” Eeeee dedi, dedem. Ağız kokusunun herkesin koklayacağı bir nefesle. Devam etti Dr. Şahin. Her kelamdan sonra güven tazeleyerek. ”İlk olarak Kanner (1943) tarafından tıp yaşamına kazandırılan “otizm”; Toplumsallaşmada sözel ve sözel olmayan, iletişimsizlik, sınırlanmış tekrarlayan davranışlar örüntüleri gibi belirtileri olan süreğen bir bozukluktur.” Ohh.. çeker duruşu ve zafer kazanmış komutan edasıyla geriye yaslanmış bizleri denetliyordu Dr. Şahin. Tepki almayınca da rahatladı tabii. Ancak rahatsızlık belirtileri, kıpırdanmalara tanık oluyordu.
Evin ortasına bomba düşmüşte, herkes bir yanda yaralı gibi inleme sesleri eşliğinde; sessizlik hakim kılınmıştı. Anlayanda, anlamayanda Yaşar’a bakıyordu. “Yani, yaşar yaşadığı sürece görüldüğü gibi yaşayacak.” Yaşar yaşıyordu, ölüden farksız. Dedem konuyu pekala anlamıştı ki; ellerini dizlerine vurmaya, ağıtlar yakmaya başladı, gözleri yaşlı. Birçokları gibi bende dedemin feryat-figan edişine ağlamaya başladım. Anlayamamıştım konuyu uzun süre. Hiçbir şeyden haberi olmayan annem ve babam ellerini soğuktan kızıştırmak için bir birine sürterek içeri daldı. Yaşar’a göz etti, yanına oturdu. Annemde yemek hazırlamaya koyuldu. Hiçbir şeyden haberleri yoktu gariplerin. Olsa da dedem karıştırmaz, söz ettirmezdi ki; Ben büyürken yaşar küçüldü, gözümde. Yazın gölgeliklerde ,kışın da koruluklarda yatıp kalkıyordu. Annem hiç elini bırakmadı Yaşar’ın . Babam el attı olaya. Yaşar’ın beline bağlanan iple koyun otlatıyorlardı. Ayrılmaz bir bütün olarak..
Dedem, Yaşar için geç kalınmışlığın bedeliyle uzun yaşamadı. Dr. Şahin bey; sorumlu olduğu hastanın, tedavisiz ölümüne dayanamadı, saçları ağarmıştı ve gitti. Anam, babam Yaşar’sız yaşayamayacakları için Yaşar gibi yaşamaya devam ettiler. Ebe’m , anam ve babama yaptığı eziyetlerin rüzgarıyla savruldu. Ben, çocuklarım ve tüm dünya çocukları için çocukça yaşıyorum.
Hoşça Kalın..! Çaresizliğe Davetiye Çıkarmayın…!
İsmail ALTOK
uzun zamandır yazmayı planladıgım fakat kafamda bir türlü toparlayamadıgım konu'yu o kadar güzel bir şekilde ifade etmişsiniz ki İsmail Bey,Teşekkür ederim kendi adıma..Sağolun varolun….